Sabrı Anlamak
Sabrı nasıl anlamak gerekir? Sabır hangi durumlarda olur?
Sabır acıya katlanmak, hayatta karşılaşılacak sıkıntı ve meşakkatlere dayanıklı olmak, soğukkanlı hareket etmek, dinin ve akl-ı selimin gösterdiği yolda sebat etmek, kendini tutmak anlamlarına gelir. Sabır ruhta oluşan bir melekedir ki, son derece güzel bir huydur. Dayanılması zor ve nefse ağır gelen şeylere katlanmak ancak sabır denilen bu meleke ile mümkündür. Dinin emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçmak, nefsin gayrimeşru istek ve arzularına yenilmemek, başa gelebilecek musibetlere, elem ve kederlere karşı koyabilmek, bunların üstesinden gelebilmek ancak sabra sarılmak suretiyle olur. Dolayısıyla sabır bütün faziletlerin anası, hayatta muvaffak olmanın ve kemale ermenin sırrı olarak kabul edilir.
Buna karşılık her çeşit rezaletin sebebi ise, sabırsızlık veya gerektiği kadar sabırla hareket etmemektir. Bundan dolayıdır ki, sabır her faziletin üstünde bir değer taşır. Cenâb-ı Hak, “Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.”[1] buyurmuş ve sabrın önemine dikkatlerimizi çekmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Sabır bütün hayırların anahtarıdır.”[2], “Sabır imanın yarısıdır.”[3], “İmanda sabır bedendeki baş yerindedir.”[4] buyurarak sabrın ehemmiyetine işaret buyurmuştur. Sabrın ne zaman daha değerli olduğunu göstermesi açısından şu hadîs-i şerif de önemlidir: “Sabır acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür.”[5]
Kısaca tarif ettiğimiz ve faziletine işaret ettiğimiz sabra ne zaman sarılmamız gereklidir denilecek olursa; yine özetle şunları ifade edebiliriz: Hangi durumlarda sabretmemiz gerektiğini yine dinimizi bize öğreten Peygamberimiz sabrın, sabrı gerektirecek olayın ilk meydana geldiği anda lazım olduğunu, acele etmemek gerektiğini yukardaki hadîs-i şerifinde belirtmiştir. Bazı sıkıntılar vardır ki, insan iradesi onunla baş edemez, gücü yetmez. İşte böyle zamanlarda heyecana kapılmadan ve şikâyet etmeden takdir-i ilahîye razı olmak gerekir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Yûsuf suresinde sabr-ı cemili (güzel sabır) emretmektedir.[6]Sabr-ı cemil ise, içinde şikâyet olmayan sabırdır. Sabır, Kur’an’da yetmişten fazla ayette zikredilmiş ve insan tabiatına aykırı olan zorunlu hâllere uymak ve güçlüklere karşı koymaya sabretmek denilmiştir. Çünkü sabrın gayesi beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müminin işi hayrete şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu özellik yalnız mümine özgüdür. Zira sevinirse şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır.”[7] Fakat mahkûmiyete, meskenete ve zillete razı olmak, haksız tecavüzlere, insan haysiyetine gölge düşürecek saldırılara katlanmak ve bunlara ses çıkarmamak sabretmek değildir. Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sabırlı olmak, sabretmek değildir. Aslında bunlara karşı en azından içten elem duymak ve gücünün sonuna kadar bunlarla mücadele etmek gerekir.
İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları karşısında gevşemesi sabır değil, âcizlik, tembellik ve korkaklıktır. Hâlbuki Resûlullah (s.a.v.); “Ya Rabbi! Âcizlikten ve tembellikten sana sığınırım.”[8] diye dua etmiştir. Dolayısı ile sabrın da bir sınırı vardır. Sabredilmemesi gereken yerde sabretmek sabır değil, zillettir.
[1] Bakara suresi, 2:153, 155
[2] Beyhakî, Şuabu’l-İman, 12/250, H. No: 9524
[3] Suyutî, El-Camiu’s-Sagîr, s. 316, H. No: 5130
[4] Suyutî, El-Camiu’s-Sagîr, s. 316, H. No: 5136
[5] Buhârî, Cenâiz, 32
[6] Yûsuf suresi, 12:18
[7] İmam Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn, 1, 54
[8] Buhârî, Cihad, 25