Cömertlikte Savurganlık Yapmak
İsrâ suresinin 29. ayetinde, cömertlik yaparken elimizi büsbütün açmamamız istenirken, İnsân suresinin 8. ayetinde ise, insanların kendi ihtiyaçları varken başkasına yemek yedirmeleri telkin edilmektedir. Bu iki durum nasıl değerlendirilmelidir?
İsrâ suresinin 29. ayetinin meali şöyledir: “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” İnsân suresinin 8. ayetinin meali ise şöyledir: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.”
Birinci âyet-i kerîmede insanın orta yolu takip etmesi, yani ne malın dönüşümünü ve dağılımını engelleyecek kadar cimri, ne de kendi ekonomik durumunu çökertecek denli savurgan olması istenmektedir. Yani insan dengeli bir biçimde davranmayı öğrenmeli; parayı harcaması gereken yere harcamalı ve kendisini felakete sürükleyecek savurganlıktan sakınmalıdır. Gerçekte parayı insanın gerçek ihtiyaçlarından olmayan, faydasız yerlere, yani gösteriş, lüks, günah fiiller ve buna benzer yerlere harcamak, Allah’ın verdiği nimete karşı nankörlük etmektir.
Ayetteki bu iki cümle aslında sadece şahıslara yapılan ahlaki tavsiye ve emirden ibaret değildir. Bununla birlikte, bu emirler, İslam toplumunu ahlaki eğitim, sosyal baskı ve hukuki sınırlamalarla savurganlıktan korumayı da hedefler. İslam’ın ilk dönemlerinde ve İslam hukukunda toplumu savurganlıktan korumak için birçok önlemler alınmıştır. Bir kere savurganlık ve lüksün birçok çeşidi kanunen yasaklanmıştır. Bunun yanında, israfı içeren geleneklerin ortadan kalkması için sosyal düzenlemeler yapılmıştır. Devlet, gerek gördüğünde şahısların yapmış oldukları israfları engelleyebilirdi. Bunun da ötesinde zekât ve sadaka, pintiliği ve para biriktirme arzusunu ortadan kaldırmaya yardımcı oluyordu. Bütün bunlar, insanlarda savurganlıkla cimriliği, cömertlikle hasisliği birbirinden ayırabilecek toplumsal sağduyu oluşmasına sebep olmuştu. Öyle ki cimri insanlar aşağı görülüyor, cömert insanlar şerefli kabul ediliyordu. Bu zihnî ve ahlaki tavır İslam toplumunun bir parçası hâline gelmişti. Bugün de hâlen İslam toplumlarında cimri ve savurgan insanlar ayıplanır, cömert insanlar ise her yerde saygı görürler.
Diğer âyet-i kerîmeye mana verirken de şöyle izah edilmiştir: “Kendisi o yemeği sevdiği hâlde ve ona muhtaç iken başka ihtiyacı olanlara verir.” Diğer taraftan İbn Abbas ve Mücahid gibi büyük sahabe ve müfessirler bunun anlamının “fakirlere şevkle yemek yedirir” demek olduğunu söylerler. Fudayl bin İyaz ve Ebû Süleyman ed-Daranî gibi iki büyük tefsir âlimi ise “O, bunu, Allah sevdiği için yapar.” demişlerdir. Buna göre de bir sonraki ayette gelen “Biz Allah’ın rızasını kazanmak için yedirmekteyiz.”[1]sözü bu anlamı teyit eder. Demek ki, bu ayette, bir manaya göre, kişinin kendisi ihtiyaç içinde iken bile olsa, kendisinden daha muhtaç olan bir başkasına yardım etmesi övülüyor. Diğer manaya göre ise, yapılan her türlü yardım ve sadakalar Allah rızası için yapılıyor. Birinci anlam, bizim “Az veren candan, çok veren maldan” sözümüzü andırıyor. Diğer anlam ise, ihlas ve ihsan mertebelerine işaret ediyor. Dolayısı ile iki ayet arasında bir zıtlaşma söz konusu olmadığı gibi, birinin diğerini teyit ettiği anlamı da çıkmaktadır.
[1] İnsân suresi, 76:9