Mirâcı İnkar Edenin Durumu
Bir kişi “Dinimizde kandiller yok, İsrâ dışında miraç uydurmadır.” gibi ifadeler kullanırsa, bunları bidat olarak görürse o kişinin durumu nedir? Miracı inkâr edenin durumu ayeti inkâr edenin durumu gibi mi olur?
Bu soruya cevap vermek için önce kandiller ne demektir ve bu isimlendirme ne zaman başlamıştır? sorularına cevap vermek gerekir. Anadolu kültüründe Mevlit, Regaip, Miraç, Berat ve Kadir gecelerine kandil geceleri adı verilir. Osmanlı sultanlarından II. Selim’in padişahlığı döneminde bu gecelerde camiler aydınlatılmaya ve minarelerde kandiller yakılmaya ve kutlanmaya başlanmıştır. O zamandan bu zamana bu gecelere kandil geceleri denilmiştir. Bu gecelerden Mevlit Kandili rebîülevvel ayının on ikinci gecesi, Regaip Kandili recep ayının ilk cuma gecesi, Miraç Kandili recep ayının yirmi yedinci gecesi, Berat Kandili şaban ayının on beşinci gecesi, Kadir Gecesi ise (kuvvetle muhtemelen) ramazan ayının yirmi yedinci gecesidir. Bizim bu geceleri kutlamamız ve ihya etmemiz bu şekliyle elbette asr-ı saâdetten uzun seneler sonrasında gerçekleşmiştir. Ancak bu gecelerin içinde geçtiği aylar ve bu gecelerin önem ve ehemmiyetini ifade eden dinî temeller söz konusudur. Örneğin Mevlit Kandili Hz. Peygamber (s.a.v.)’in doğduğu gecedir. Recep ayının faziletine dair birbirini destekleyen birçok hadîs-i şerif vardır. Şaban ayının yarısı gecesi olan Berat Gecesi’nde Mekke halkının Mescid-i Haram’da namaz kılmak, Kâbe’yi tavaf etmek ve Kur’an okumak suretiyle geceyi ihya ettiklerine dair çok sayıda örnek vardır.[1] On birinci yüzyılın ortalarından itibaren Şam’daki Emeviyye Camii’nde Berat Gecesi’nde kandiller yakılmıştır.[2] Duhân suresinin ilk ayetlerinden olan “O apaçık Kitab’a andolsun ki biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.”[3] ayetinde geçen “mübarek gece”nin Berat Gecesi olduğunu ifade eden müfessirler olduğu gibi; Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Şaban ayının ortası gecesi olunca gece namaza kalkın, o gecenin gündüzünde de oruç tutun. Zira Allah Teâlâ o gece güneş batınca dünya semasına iner ve ta ki güneş doğana kadar ‘Bağışlanma dileyen yok mu, mağfiret edeyim? Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim? (Bir derde) müptela olan yok mu, afiyet vereyim?…’ buyurur.”[4] hadîs-i şerifinde yine Berat Gecesi’ne işaret edilmiştir. Miraç Kandili ile ilgili bilgiler ise hem Kur’ân-ı Kerîm’de hem de hadislerde nas olarak mevcuttur. Kadir Gecesi hakkında ise, hem Duhân suresinin ilk ayetleri hem de Kadir suresinin indiği yine âlimlerimiz tarafından dile getirilmiştir.
Bu bilgiler ışığında baktığımızda bu gecelerin bugünkü manada kutlanmaları yönüyle sonradan ortaya konulmuş uygulamalar “âdet” olarak kabul edilse bile bu gecelerin varlığının sabit olması konusundaki naslardan dolayı bu gecelere bidat gözüyle bakmak doğru olmaz. Soruda dile getirilen ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in en büyük mucizelerinden birisinin gerçekleştiği İsrâ ve Miraç Gecesi’nin varlığından şüphe etmek çok büyük bir imani tehlikedir. Çünkü miraç mucizesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e büyük bir ihsan, eşsiz bir armağandır; ümmetinin de bundan büyük bir nasibi vardır. Ayrıca miraç diğer mucizeler gibi aynı ehemmiyete sahip olmasının yanında, Müslümanlar için büyük bir imtihan olmuş, birçok insanın bu büyük mucize karşısında ayağı kaymıştır. Bundan dolayıdır ki konu akaid kitaplarına dahi girmiştir. Akaid metinlerinde isrâ ve miraç mucizelerine iman etmenin önemi anlatılmış, bu büyük mucizenin isrâ kısmına ki, Kâbe’den Mescid-i Aksâ’ya bir gece uyanıkken, ruh ve bedenle gidip gelmek demektir; “İman etmek farzdır, inkâr eden küfre gider.” denilmiştir. Miraç kısmına ki, Mescid-i Aksâ’dan yedi kat semayı aşarak Sidre-i Münteha denilen yere ve daha ilerisine yükselmek demektir; iman etmenin de lüzumu üzerinde durulmakla birlikte inkâr edenin küfre düşmese de bidatçi ve günahkâr olduğu bildirilmiştir.[5] Bu farklılık ise, isrâ hadisesinin ayetle sabit olmasından, miracın ise sünnetle sabit olmasından kaynaklanmıştır.
[1] Ahbâru Mekke, III, 84
[2] İbn Kesîr, XIV, 247
[3] Duhân suresi, 44:3
[4] İbn Mâce, İkâme, 191
[5] Aliyyu’l Kari, Emali Şerhi, Shf. 20