Fetava

Hicri Takvim
Miladi Takvim

Zorlama İle Yaptırılan ve İlan Edilmemiş Nikâhların Durumu

Zorlama İle Yaptırılan ve İlan Edilmemiş Nikâhların Durumu

1) Zorlama (İkrah) İle Yaptırılan Evliliğin Durumu

Evlenecek şahısların, evliliği kendi istek ve arzuları ile yapması ve nikâha zorlanmamaları konusunda Hanefîlerle cumhur dediğimiz kahir ekseriyet (çoğunluğu oluşturan âlimler) arasında ihtilaf vardır. Cumhura göre, evlenenlere baskı yapılmadan kendi istekleri ile evlilik akdini yapmaları şarttır. Yani nikâh akdinin rızasız yapılması evliliği geçersiz hâle getirir. Evlenenlerden birisi veya her ikisi ölümle, şiddetli darp ile, süresiz hapisle tehdit edilerek evlenmeye zorlanırsa, yapılan akit geçersiz olur. Şimdi âlimlerimizin bu konudaki görüşlerinin delillerine bakalım:

Evlilikte Zorlamayı Kabul Etmeyenlerin (Cumhurun) Delilleri:

Bu görüş sahipleri delil olarak şu ve benzeri hadisleri ileri sürmektedirler: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Allah (c.c.), ümmetimden unutanları, hata ile kusur edenleri ve baskı altında bir şey yapanları affetmiştir.”[1] Konu ile ilgili Hz. Âişe (r.a.) şu olayı naklediyor: “Bana bir genç kız (Hansa binti Hidam el-Ensariyye) geldi ve şöyle dedi: ‘Babam beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Bunu yaparak alçağını (değerini) benimle yükseltmek istiyor. Hâlbuki ben onu sevmiyorum.’ Dedim ki, Resulullah gelinceye kadar otur. Allah resulü (s.a.v.) gelince durumu ona haber verdim. Resûlullah (s.a.v.) babasına gelmesi için haber gönderdi. Babası gelince, yetkinin kızda olduğunu bildirdi. Bunun üzerine kız şöyle hitap etti: Ya Resûlallah! Ben babamın benim hakkımdaki kararını kabul ediyorum. Ancak bu işte kadınların da bir hakkının olup olmadığını öğrenmek istedim.”[2]

Görüldüğü üzere evlilik konusunda salahiyetin kadına verilmesi, zorla yapılan evliliğin geçerli olmadığının işaretidir. İki hadîs-i şerifte de işaret edildiği üzere, evlilikte rıza şarttır. İkrah ise, rızayı yok eder. Rıza olmayınca da evlilik olmaz.

Zorlamayı Caiz Görenlerin (Hanefîlerin) Delilleri:

Hanefîler ise, rıza evliliğin şartı değildir, derler. Evlilik ve talak hem ikrah hem de hezl (şaka) ile geçerli olur. Çünkü evliliğe zorlanan, evlilik akdini rızasız bir şekilde kastetmiş olur. Durum aynen hezl (şaka) konusunda olduğu gibidir. Çünkü hezl ile yapılan bazı akitler geçerlidir. Hadîs-i şerifte, “Üç şeyin ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir: Nikâh, talak ve ric’at (boşadığı eşine zamanı içinde geri dönmek)”[3] buyurulmuştur. İkrah yoluyla yapılan evliliğin geçerli olup olmaması konusunda cumhurun görüşleri ve delilleri daha güçlü görünmektedir. Dolayısı ile iki görüşten birini tercih noktasında, biz Din İstişare Kurulu (DİK) olarak cumhurun görüşünün daha isabetli olduğunu ifade ediyoruz. Çünkü bütün akitlerde, akdi yapanların rızası gereklidir. Nikâh da bir akittir; dolayısıyla evlenenlerin rızalarının bulunması gerekir. 

2) Evlilik Bir Akittir ve Rıza Gereklidir

İslam’da Allah ve Resulü dışında bir varlığa kayıtsız, şartsız itaat yoktur. Şartlar gerçekleşmedikçe itaat etmek gerekmez, hatta bazen itaat etmemek gerekir. Bunun en çarpıcı örneği şu ayette görülmektedir: “İnsandan, anne ve babasına iyi davranmasını ısrarla istedik. Eğer onlar sana, hakkında bilgi sahibi olmadığın (Tanrı olup olmadığı konusunda bir bilgiye sahip bulunmadığın) bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa sakın onlara itaat etme.”[4]

Bundan dolayıdır ki, dengi olmadığı hâlde, rızası bulunmadığı zamanlarda kadının ebeveyn hakları öne sürülerek istenmeyen bir evliliğe zorlanması caiz değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir kadını istemediği birisiyle evlendirmek istemişti. Kadın “Bu teklifin vahiy ile mi yoksa bir beşer olarak Hz. Peygamber’in isteği ile mi?” diye sordu. Peygamberimiz bunun vahiy olmadığını, bir beşer olarak böyle uygun gördüğünü ifade etti. Kadın Öyleyse ben onu istemiyorum, evlenmeyeceğim. dedi, Peygamberimiz de buna anlayış gösterdi.

Buhârî’de yer alan bir hadise göre ise; Hizam kızı Hansâ dul kalmış, babası onu istemediği birisiyle evlendirmişti. Hansâ Resulullah’a başvurdu, O da nikâhı iptal etti.[5]

Elbette evlilik sosyal bir olaydır. İki tarafın ailesinden başlayarak toplumu ilgilendirir. Ama bu anne-babanın veya toplumun dayatmalarını meşru kılmaz. Tarafların uzlaşması gerekir ve ortada hukuk, ahlak, sağlık vb. bakımından ciddi bir engel bulunmadıkça evlenecek olanların istekleri ön planda tutulmalıdır.

3) Şekilde Bir Eksiklik Olmamasına Rağmen İlan Edilmemiş Nikâhlar

Hemen hemen bütün mezheplere göre nikâhın (evlenme akdinin) ilan edilmesi; yani gizlenmemesi ve çevreye duyurulması sünnettir. İmam Mâlik bu konuda biraz daha sert tedbirler ileri sürmüştür. Ona göre; şahitler bildiği hâlde, tarafların nikâhı ilan etmeyerek gizlenmesini istemeleri ve şahitlerin gizledikleri nikâh fâsiddir ve selahiyetli makamlar tarafından bozulur ve taraflar ayırılır.[6] Evliliğin ilanını ifade buyuran birçok hadîs-i şerif de mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır: “Nikâhı ilan ediniz.”[7] “Nikâhı ilan ediniz, ilanı def çalarak yapınız.”[8]

Görüldüğü üzere evliliğin dinî, ahlaki, hukuki, ailevi ve toplumsal yönleri, etkileri, sonuçları vardır. Nikâh akdi yalnızca cinsel ilişkiyi meşrulaştırmaz, beraberinde taraflara birçok hak ve ödev de yükler. Eşler dışında ana-baba, büyükler, kardeşler ve diğer hısımlara karşı da hukuk ve ahlak alanına giren görevler ortaya koyar. Ana-babaya haber vermeden, onların rızasını almadan evlenen gençler ana-babayı derinden üzmüş ve kırmış olurlar. Bu kırgınlıklar bazen hayat boyu sürer; ailevi ilişkiler temelden sarsılır. Konuya akit açısından bakmak eksik olur. Konuya bir de evlilik hukuku, aile ilişkileri ve ahlak açısından bakıldığında, birçok problemin oluşması kaçınılmaz olur. Bu nedenle nikâhın şeklinde herhangi bir eksiklik olmasa dahi ilan edilmesi gerekmektedir.


[1]         el-Camiu’s-Sagîr, H. No: 1705.

[2]         Sünenü’n-Nesaî, X, s. 393, H. No: 3217. 

[3]         İbnMâce, VI, s. 208, H. No: 2029; Ebû Dâvûd, VI, s. 109, H. No: 1875; Tirmizî, IV, s. 427, H. No: 1104. 

[4]         Ankebût suresi, 29:8. 

[5]   Buhârî, Nikâh, 41. 

[6]   eş-Şerhu’l Kebir mae’d-Düsû, IIs. 236; eş-Şerhu’s Sagîr, II, s. 336. 

[7]   Ahmed b. Hanbel, 32/355, H. No: 15545 

[8]   Bezzar, IV, s. 195, H. No: 1957; Sübülü’s Selam, III, s. 116.