Fetava

Hicri Takvim
Miladi Takvim

Sosyal Medya Kullanım İlkeleri

 

1) Kul Hakkı Duyarlılığıyla Hareket Edilmelidir

Günlük hayatta bir Müslüman açısından söz ya da fiil anlamında bütün eylemlerde en fazla dikkate alınması gereken husus kul hakkı duyarlılığıdır. Çünkü Allah kendisine ait hakların ihlalini kulun samimi tövbe etmesi hâlinde affedebilmektedir.[1] Kul hakkı, Allah’ın af kapsamı dışındadır. Hz. Peygamber hadislerinde de bunu ifade eder.[2] Hatta hiçbir mazeret de kul hakkını düşürmez. Bu sebeple Hz. Peygamber kul hakkını ihlal edenleri müflis olarak nitelendirmiştir:[3]

Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sahabeye “İflas eden adam kime derler?” diye sormuş onlar da “Parası ve malı olmayan kişiye derler yâ Resûlallah!” diye cevap vermişler. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle cevap vermiştir: “Ümmetim içinde gerçek müflis şudur: Bir adam hesap günü tuttuğu orucu, kıldığı namazı ve verdiği zekâtıyla, keza şunun bunun
şeref, namus ve haysiyetine dil uzatmış, ona buna iftira etmiş, falanın filanın malını yemiş geçmişiyle birlikte Allah’ın huzuruna getirilir. Hesap için oturur. Başkalarına yaptığı bu tür haksızlıklarının karşılığını ödemek üzere sevaplarından alınır hak sahiplerine verilir. Bir de bakar ki hak sahipleri sırada olduğu hâlde sevapları tükenmiş. Bu sefer onların günahları alınır onun
sırtına vurulur. Sonra da cehennemi boylar. İşte ‘iflas eden adam’ budur.”
[4]

Yine Hz. Peygamber kul hakkının hassasiyetine dikkat çekmek üzere şöyle buyurmuştur: “Kimin üzerinde din kardeşinin şeref ve haysiyeti ya da malıyla ilgili yaptığı bir haksızlıktan/zulümden doğan bir hakkı varsa, altın ve gümüşün, paranın pulun geçmediği hesap günü gelmeden evvel, o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı haksızlık miktarınca sevaplarından alınır o hak sahibine verilir. Şayet iyilikleri yoksa haksızlık yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yüklenir.”[5]

Buna göre herkes ağzından çıkan söze, dilinden düşen kelimeye dikkat etmek zorundadır. Aksi takdirde dili, değirmen gibi sevaplarını öğüten ya da ateşin odunu kül ettiği gibi sevaplarını yakıp yok eden, günahlarını artıran bir organa dönüşebilir.

2) Her Söz, Mutlaka Hesabının Verileceği Bilinciyle Söylenmelidir

Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadislerinde söz ve eylemlerin tamamının kayda geçtiği, bunlardan her birinin mutlaka hesabının verileceği belirtilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki melek zabıt tutarken biz ona şah damarından daha yakınız. Onun yanında ağzından çıkan ne varsa alıp titizlikle kayda geçen dikkatli bir gözetleyici vardır!”[6]

Bu ve benzeri ayetlere göre hayır ya da şer ifade eden her söz veya eylem, hesabının görülmesi[7] için kayda geçmektedir.[8] Ahiret yurdunda taraflar birbirlerinden kaçmaması için[9] söyledikleri ya da söylemedikleri sözlerine ve yaptıkları ya da yapmadıkları davranışlarına dikkat etmek, birbirlerini incitmemek durumundadırlar. Bu sebeple insan sözünü söylerken ölçüp biçip ona göre söylemelidir. Çünkü kişi sözüyle ya günahını ya da sevabını arttırmaktadır. Buna göre söz, küfür, hakaret vb. içerikte olmamalıdır. İnsanlara sövmek kul hakkı olduğu kadar aynı zamanda Hz. Peygamber’in hadisinde belirttiği üzere Allah’a isyan ifade eden büyük günah (fısk)tır.[10]

Hz. Peygamber’in şu iki hadîs-i şerifi konumuz açısından son derece önemlidir:

“Sizin hayırlı olanınız, daima söz ve eylemlerinden hayır çıkacağı umulanlar ve kötülüğünden emin olunanlar; kötüleriniz de hayır beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayan insanlardır.”[11]
“Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun.”
[12]

Zikrettiğimiz bu son hadisin açıklamalarında İslam âlimleri şu hususların altını çizerler: Kişi söylemeden önce sözünü iyi tartmalıdır. Eğer farz veya mendup (terk edilebilirse de yapılması tavsiye
edilen tutum ve davranışlar) derecesinde bir hayrı gerçekleştirecek içerik taşıyorsa onu konuşmalıdır. Şayet haram veya mekruh ölçülerinde bir muhtevaya sahip olup bu yönüyle bir hayır getirmeyecekse o söz konusunda dilini tutmalıdır. “Söylenebilir de söylenmeyebilir de.” kabilinden bir eşitliğe sahipse konuşmak mübah olsa bile harama ya da mekruha sebep olma riski göz önünde bulundurularak asıl olan bu tür sözlerin söylenmemesidir.
[13]

Kur’ân-ı Kerîm, insanın bilmediği bir konuda söz söylemesini, hüküm vermesini, bilmediği ve tanımadığı kişilerle ilgili ileri-geri konuşmasını, kesin bilgi ve delile sahip olmadığı hâlde zanna dayalı olarak bir insanın maddi ya da manevi zararına yol açacak şekilde konuşmasını, yazmasını, itibarsızlaştırmasını, tutum almasını şu ayetiyle yasaklamaktadır: “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”[14]

Buna göre söz, bilgilendirici, bilinçlendirici, uyarıcı, iyiliğe teşvik edici, kötülüğü engelleyici çerçevede olmalıdır. İslam ahlakçıları, dilde iffetsizlik giderilmeden insanın tam anlamıyla iffetli sayılamayacağını belirtirler. Dilin iffetsizliği ise alaya alma (sühriyyet), gizli hâlleri araştırma (tecessüs), gıyabında çekiştirme (gıybet), karalama (hemz), kusur arama (lemz), söz taşıma (nemîme), lakap takma (tenâbüz) gibi ahlak dışı hususlarla oluşur.  Birisine söz söyleyen ya da topluma mesaj vermek isteyenler bu hususlara dikkat etmelidirler. 

3) Dürüstlük İlkesine Riayet Edilmelidir

Dürüstlük, üst değerdir ve Müslüman açısından hem dünya hem de ahiret yurdu için en değerli sermayedir. Bazı âlimler dilin doğruyu söylemesini mutluluğun ilk basamağı kabul ederler.[15] Bu açıdan sözde aranan doğruluğudur. Doğruluk güzel ahlakın en önemli ölçütüdür. Hz. Peygamber yalan söylemenin iman ile bağdaşmayacağını haber verirken[16] yalanın feci sonucunu da şöyle izah eder: “Yalandan sakının. Çünkü yalan ahlaksızlığa kapı aralar, o da cehenneme sürükler. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında büyük yalancı diye damgalanır.”[17] Sosyal medyada verilen bilgiler ve yazılan yazıların bu ilke doğrultusunda yayınlanması gerekir. Sık tekrarlanan yalanlar Allah katında “kezzâb” (büyük
yalancı) olarak damgalanmaya sebep olur.

4) İnsan Onuruna Saygılı Olmak Gerekir

İnsan onuru, her şeyin üstündedir ve onun incitilmesi en ağır tahribatı yaptığından insanın namus, şeref ve haysiyetine dil uzatılmaması, itibarsızlaştırılmaması gerekir. Hz. Peygamber bir kimsenin namus, şeref ve haysiyetiyle oynamayı büyük günahların en büyüklerinden saymıştır.[18]

5) İspat Edilmedikçe İnsanın Masumiyetine İtibar Etmek Gerekir

İslam inancı açısından Âdem (a.s.) ve Havvâ validemizin çocukları olan her bir insan yaratılış gerçekliğine uygun olarak tertemiz ve günahsız doğar. Buna bağlı olarak suçsuzluk ve borçsuzluk insanın doğuştan gelen asli özelliğidir. Bu tabii hâl insan lehine bir delildir. Aksini iddia eden ispatla yükümlüdür. İddia eden delil getiremediği takdirde aleyhine iddiada bulunulan şahsın reddi ile dava düşer. Yine bu ilkeye bağlı olarak insanlara hüsn-i zan beslemek ve ön yargılı tutumlardan sakınmak esaslı bir görevdir. Dolayısıyla hiçbir insan ya da gruba sırf bu gerçeklik sebebiyle suçluluk izafe edilemez, olumsuz tavır alınamaz. Bağımsız ve güvenilir yargı tarafından suçluluğu ya da borçluluğu kanıtlanmış hiç kimseye suçlu ve borçlu muamelesi yapılamaz. Bu kaide Mecelle’de, “Berâet-i zimmet asıldır.”[19] şeklinde ifadesini bulmuştur.

6) Suç ve Cezada Şahsilik Esastır, Toptancılıktan Kaçınmak Gerekir

Hiç kimse ve hiçbir toplum ya da topluluk bir başkasının suçundan dolayı suçlanamaz, cezalandırılamaz. Kur’ân-ı Kerîm bunu çok açık bir şekilde ifade eder.[20] Dolayısıyla herhangi bir topluluğa veya kişiye ait sorun bir başkasına mal edilmemelidir. Bu bağlamda bir şehri, bir grubu, bir sülaleleyi vs. toptan “şöyledir” diye damgalamak kesinlikle doğru değildir.

7) Hiç Kimseyi Alaya Almamak ve Küçümsememek Gerekir

Bir kişi ya da grubun diğerini alaya alması bizzat Kur’ân-ı Kerîm tarafından yasaklanmaktadır:

“Ey iman edenler! Erkekler diğer erkeklerle alay etmesinler; alaya alınanlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler; kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesinler; alay edilen kadınlar edenlerden daha hayırlı olabilirler.”[21]

Hz. Peygamber de şu iki hadisiyle bu konuda uyarıda bulunur: Kardeşini küçümsemesi, kişiye bela olarak yeter.”[22] Hor, hakir, küçük görülüp de dışlanan, kapıdan kovulan saçı başı dağınık nice insanlar vardır ki Allah’a yemin etseler Allah onları yemininde mahcup etmez.”[23]

8) Gizli Hallerin Peşine Düşmemek (Tecessüs) Gerekir

Bir insanın işlediği günah bile olsa onun deşifre edilmesi yasaktır, kişilik haklarına tecavüzdür. Kur’ân-ı Kerîm: “İnsanların gizliliklerini elde etmek için casus gibi çalışmayın.”[24] ayetiyle bunu açıkça yasaklamaktadır. Hz. Peygamber de, insanların mahrem alanlarının (avrât) peşine düşenleri ne kadar sağlam sığınaklarda gizlenirlerse gizlensinler Allah’ın da onların gizli hâllerini deşifre edeceğini ve rezil duruma düşüreceğini haber vermiştir.[25]

Bizzat Resûlullah (s.a.v.) “Bir kimse evini gözleyen şahsa atacağı bir taşla gözünü çıkarsa bir ceza görmese yeridir.”[26] sözüyle evin mahremiyeti hususundaki duyarlılığı oldukça çarpıcı biçimde
anlatmış, mahremiyetin deşifre etmenin ağır günahına dikkat çekmiştir. Yoksa bu hadisler ihkâk-ı hakka yani kişinin kendisini yargı yerine koyarak hakkını almak için operasyon yapmasına izin veriyor değildir.

Aile içi mahremiyet ve mesken dokunulmazlığı konusunda en güzel örneklerden birisi şudur: Hilafeti sırasında bir gece şehri denetlediği sırada bir evden gelen sesler üzerine duvardan tırmanıp çatıdan eve baskın düzenleyen Hz. Ömer ev sahibinin içeride bir kadın ile birlikte içki içtiğini görünce onu, “Ey Allah’ın düşmanı! Allah’ın işlediğin bu rezaleti gizleyeceğini mi zannettin?” diye azarladığında, ev sahibi mesken dokunulmazlığını ve evinin mahremiyetini ihlal eden Hz. Ömer’e, “Saygıdeğer Halife, yavaş ol! Ben bu
yaptığımla Allah’a bir isyanda bulundum, sen ise üç.” dedikten sonra ihlallerini şöyle hatırlatmıştır:

Birincisi: Allah, “İnsanların gizli hâlleri/mahrem alanları hususunda casusluk yapmayın.”[27] dediği hâlde sen benim mahrem alanıma girip özel hayatımı araştırmaya kalktın.

İkincisi: Allah’ın, “Ey iman edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan ve içinde oturanlara selam vermeden başkasının evine dalmayın.”[28] ayetine aykırı olarak eve giriş için izin almadın; hane halkına selam vermen gerekirken vermedin.

Üçüncüsü: Allah, “Evlere kapılarından girin.”[29] dediği hâlde sen çatıdan atladın. Ev sahibinin bu hatırlatmaları üzerine Hz. Ömer özür dileyerek oradan ayrılmıştır.[30]

Bütün bunlar göstermektedir ki birilerini gizlice dinlemek, gözetlemek, elde ettiği bilgileri gerçek bile olsa deşifre etmek İslam’ın temel kaynaklarına aykırıdır.

9) Gıyabında Çekiştirmek (Gıybet) Büyük Günahtır

Birisini kendisinde bulunmayan bir özellikle zikretmek iftira, hoşlanmayacağı bir şeyi arkasından konuşmak ise gıybettir.[31] Kur’ân-ı Kerîm açık biçimde “Birbirinizin gıybetini yapmayın.” buyururken bunu ölü kardeşin etini yemek olarak vasıflandırmaktadır.[32] Yapılan gıybet kaç kişiye ulaşmış ise kişi o kadar günaha girmiş olur.   

10) Karalama (Hemz) Yapmamak ve Kusur Aramaktan (Lemz) Uzak Durmak Gerekir

Kur’an, insanları arkadan çekiştirmeyi, dalga geçmeyi, kaş-göz işaretiyle, el-kol hareketiyle alaya almayı, aşağılamayı, mahcup etmeyi ve karalamayı yasaklamış ve kınamıştır: “Yazıklar olsun arkadan çekiştiren, yüze karşı dalga geçmeyi ve ayıplamayı alışkanlık hâline getirmiş olanlara!”[33] ayetleri bu konuda açık bir uyarıdır.

11) Söz Taşıma (Nemîme) Yapılmamalı

İnsanların sözlerini birbirlerine taşıyarak bozgunculuk çıkarmak yasaklanmıştır.[34] Kur’an bunu açıkça kınamakta ve yasaklamaktadır.[35]

12) Lakap Takma (Tenâbüz)

İnsanlara hoşlanmayacakları lakaplar takarak onunla hitap etmek açık biçimde yasaklanmıştır: “Ey İman edenler! Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”[36] 

13) Saygı
ve Nezaketi Elden Bırakmamak Gerekir

Hz. Peygamber, “Mümin, balarısına benzer. O sadece temiz olan yiyeceklerle beslenir. Temiz yerlere konar, bir dala konsa onu kırmaz.”[37] buyurmaktadır. Hadisten anlaşıldığı kadarıyla, maharet, zarafet, eziyetsiz ve külfetsiz oluşu, pisliklerden uzak duruşu, bal gibi şifa kaynağı bir gıda üretmesi, disiplinli bir aileye sahip oluşu, bir yere konduğunda incitmeyen, suya konduğunda bulandırmayan, dala konduğunda kırmayan özellikleriyle mümin de arıya benzemektedir.[38] Bu yönleriyle söylenen söz ve söyleme biçimi mümin vakarına yakışacak ölçülerde olmalıdır. 

14) Haber ve Bilginin Doğruluğunu Araştırmak Gerekir

İnsanın, duyduğu bir şeyi araştırmadan, üzerinde düşünmeden paylaşması doğru değildir. Hz. Peygamber bunun tehlikesine şöyle işaret eder: “Kişiye her duyduğunu nakletmesi yalan olarak yeter.”[39] Kur’an’da de aynı uyarı şöyle yapılmaktadır: “Ey inananlar! Doğruluk ve adaletine güvenilmeyen (fâsık) birisi size haber getirirse, o haberin doğruluğunu araştırın, yoksa işin hakikatini bilmeden herhangi bir kavme kötülük edip yaptığınıza derin bir pişmanlık duyacağınız durumlarla karşılaşabilirsiniz.”[40]

15) Malayaniyi Terk Etmek Lazımdır

Malayani, kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyler demektir. Bu konuda dikkatli olmak gerekir. İnsan, her bir tercihinden hesap vereceğini dikkate alarak söz ve eylemlerinde seçici davranmak zorundadır. Diğer bir ifadeyle, Türkçede fuzuli olarak ifade edilen gereksiz ve faydasız işlerden kaçınması kişinin dünyada ve ahirette hesabını kolaylaştırır, huzursuzluğunu engeller. İşte bu sebeple Hz. Peygamber, “Bir kimsenin dünyasını ve ahiretini ilgilendirmeyen, lüzumsuz işleri terk etmesi iyi Müslüman oluşunun işaretidir.”[41] buyurur. İslam’ın ana eksenini ifade eden dört hadisten birisi sayılan bu hadise göre söz, ya bir hayra delalet etmeli ya da bir kötülüğü önlemelidir. Aksi takdirde boşa söylenmiş olur. Kur’ân-ı Kerîm bundan sakındırmaktadır: “Kurtuluşa ermiş müminler, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Boş yere söz ve işten sakınırlar.”[42]

16) Hata ve Kusurları Örtmek Esastır

İnsanlar hata edebilirler, kusur işleyebilirler. Bir Müslüman’a yakışan o hatayı örtmektir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her kim dünyada bir Müslüman’ın kusurunu gizlerse Allah da kıyamet gününde onun kusurunu gizler.”[43] Diğer bir hadiste de, “Bir Müslüman’ın herhangi bir kusurunu görüp de onu saklayan kimse diri diri mezara gömülen bir kız çocuğunu o mezardan çıkararak
hayat veren kimse gibidir.”
[44] buyurmaktadır.

Hata ve günahın gizli kalması sahibinin tövbe edip ondan dönmesini kolaylaştırdığı gibi affedilmesini de kolaylaştırır. Bir hatayı veya günahı deşifre etmek aynı zamanda o kötülüğün yayılmasına yardımcı olmak anlamına gelir. İmam Gazzâlî’ye göre bir insanı günaha sevk eden iki şey vardır. Birincisi başkasını o günahı işlerken görüp cesaretlenmesi, ikincisi de bir defa işledikten sonra tekrarlamasının kolaylaşmasıdır.

17) Empati Kurmak Gerekir

Empati, bir insanın kendisini muhatabının yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini, beklentilerini anlamaya, onun gibi düşünmeye çalışması ve kendi konumunu ona göre belirlemesi demektir. Türkçede “iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırmak” sözü biraz bunu anlatır. İnsanın başkasına yapmayı planladığı bir davranışın ya da takınmak istediği tavrın daha hafifini kendisine yaparak etkisini görmesi ve ona göre yapıp yapmamaya karar vermesini anlatır. Hz. Peygamber’in kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da yapmamayı ilke edinmeyi Müslümanlıkta kalitenin göstergesi sayar: “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe kâmil bir mümin olması mümkün değildir.”[45] Buna göre insanlar kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi muhatabına yapmamalıdır. Bu, başarılabilirse kişi kendisini kontrol edebilir.

18) Hayra Mı Şerre Mi Çığır Açıldığına Dikkat Edilmelidir

Bir sözü ilk söyleyen veya bir eylemi ilk defa başlatan iyi bir iş yapmışsa onun sevabını aldığı gibi o söz veya iş devam ettiği müddetçe kendisine sevap yazılmaya devam edilir. Şayet bu söz veya iş bir kötülüğü ifade ediyorsa onun günahını üstlendiği gibi o devam ettiği müddetçe kendisine günah yazılmaya devam edilir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim söz ve eylemleriyle iyi bir çığır açarsa onun sevabını alır ve o devam ettikçe kendisine sevap yazılmaya devam edilir. Kim söz ve eylemleriyle kötü bir çığır açarsa onun günahını üstlenir ve o devam ettikçe kendisine günah yazılmaya devam edilir.”[46] Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu da şöyle örneklendirir: Haksız yere öldürülen her bir insandan kardeşi Habil’i haksız yere öldürerek ilk cinayeti işleyen Kabil hesabına bir günah yazılır. Çünkü ilk öldürme işini o başlatmıştır.[47]

Buna göre bir sözü ilk kim söylemişse ya da bir eylemi kim başlatmışsa ya da önceden başlamış olsa da kendisinden kim öğrenmiş ise her tekrarlandığında muhtevaya göre onun hesabına bir ecir veya günah geçer. Bu açıdan insanlar söylem ve eylemlerine bir de bu açıdan dikkat etmelidirler. Sonuç olarak Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in söz ve eylemlerinden özetlenen bu ahlak ilkeleri, sosyal medyanın kullanımında kendisine en fazla ihtiyaç duyulanlardır.


[1]         Tahrîm suresi, 66:8.

[2]         Ahmed b. Hanbel, VI, s. 240.

[3]         Müslim, Birr, 60.

[4]         Buharî, Edeb, 102; Müslim, Birr, 60; Ahmed b. Hanbel, II, s. 202, 224, 272.  

[5]         Buhârî, Mezâlim, 10, Rikâk, 48.

[6]        Kâf suresi, 50:16-18.

[7]         Bakara suresi, 2:110; Zilzâl suresi, 99:7-8.

[8]         İsrâ suresi, 17:13-15.

[9]         Abese suresi, 80:33-42.

[10]        Buhârî, Îmân, 36, Edeb, 44, Fiten, 8; Müslim, Îmân, 116; Tirmizî, Birr, 5.

[11]        Tirmizî, Fiten, 76; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, s. 368, 378.

[12]        Buhârî, Rikâk, 23; Müslim, Îmân, 74; Edeb, 123; Tirmizî, Kıyâmet, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, s. 174, 267, 433.

[13]        Bk. Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahîhi Müslim b. el-Haccâc, (Beyrut: 1392), c. II, s. 19-20.

[14]        İsrâ suresi, 17:36.

[15]        Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, (Kahire: 1986), s. 261.

[16]        Ahmed b. Hanbel, I, s. 5.

[17]        Müslim, Birr, 103-105; Ebû Dâvûd, Edeb, 80; Tirmizî, Birr, 46; İbn Mâce, Mukaddime, 4, 5, 7; Mâlik, Kelâm, 16.

[18]        Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Ahmed b. Hanbel, I, s. 190.

[19]        Mecelle, Madde:8.

[20]        En’âm suresi, 6:164; İsrâ
suresi, 17:15; Fâtır suresi, 35:18; Zümer suresi, 39:7; Necm suresi, 53:38.

[21]        Hucurât suresi, 49:11.

[22]        Müslim,Birr, 32.

[23]        Müslim,Birr, 138, Cennet, 48.

[24]        Hucurât suresi, 49:12.

[25]        Ahmed b. Hanbel, IV, s.421, 424; V, 279.

[26]       Buhârî, Diyât, 15, 23;Müslim, Edeb, 43-44; Nesâî, Kasâme, 48; Ahmed b. Hanbel, II, s. 243.

[27]        Hucurât suresi, 49:12.

[28]        Nûr suresi, 24:27-28. 

[29]        Bakara suresi, 2:189.

[30]        Harâitî, Mekârimü’l-ahlâk ve me‘âlîhâ (nşr. E. Abdülcâbir el-Buhayrî), (Kahire: 1999), s. 152;  Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Besâir ve’z-zehâir (nşr. Vedad el-Kâdî), (Beyrut: 1988), VI, s. 137-138; İbşîhî, el-Mustatraf fî külli fennin mustazraf (nşr. Müfîd M. Kumeyha), (Beyrut: 1986), s. 344; Muttakî el-Hindî, Kenzü’l-‘ummâl (nşr. Bekrî Hayyânî-Safvet es-Sekkâ), (Beyrut: 1981), III, s. 808.

[31]        Müslim, Birr, 70; Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikâk, 6.

[32]        Hucurât suresi, 49:12.

[33]        Hümeze suresi, 104:1-2. 

[34]        İshak b. Râhûye, el-Müsned (nşr. Abdülgafûr Abdülhak el-Belûşî), Medine 1991), I, s. 402. 

[35]        Kalem suresi, 68:11.

[36]        Hucurât suresi, 49:11.

[37]        Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, (Riyad: 2003), VII, s. 509.

[38]        Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, (Beyrut: 1994), V, s. 653, 655-656.

[39]        Müslim, Mukaddime, 5.

[40]        Hucurât suresi, 49:6.

[41]        Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12; Mâlik, Husnü’l-huluk, 3; Ahmed b. Hanbel, I, s. 201.

[42]        Mü’minûn suresi, 23:3.

[43]        Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58, Zikir, 38; Ebû Dâvûd, Edeb, 38, 60.

[44]        Ebû Dâvûd, Edeb, 38.

[45]        Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71, 72; Tirmizî, Kıyamet, 59; Nesâî, Îmân, 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime, 9, Cenâiz, 1; Dârimî, İsti’zân, 5, Rikâk, 29; Ahmed b. Hanbel, I, s. 89; III, s. 176, 206, 251, 272, 289.

[46]        Müslim, İlim, 15, Zekât, 69; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Nesâî, Zekât, 64.

[47]        Buhârî, Cenâiz, 32, Enbiyâ, 1; Müslim, Kasâme, 27; Tirmizî, İlim, 14; İbn Mâce, Diyât, 1.