Fetava

Hicri Takvim
Miladi Takvim

Seferîliğin Hükümleri ve Ruhsatları

Seferîliğin Hükümleri ve Ruhsatları

1) Namazların Kasredilmesi (Kısaltılarak Kılınması)

Seferîlikte dört rekâtlı namazların kısaltılarak kılınması Kur’an, sünnet ve icma ile caizdir.[1] Kur’ân-ı Kerim’de: “Eğer kâfirlerin size fitne vermesinden korkarsanız yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir beis yoktur.”[2] buyurulmaktadır. İster korku durumunda olsun ister güven durumunda olsun namazların kısaltılarak kılınması caizdir. Ancak, ayette kısaltmanın korku şartına bağlanması, o gün bulunan olayı tespit etmek içindir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)’in çoğu seferleri korkudan hâlî (boş) değildi.

Ya’lâ b. Umeyye (r.a.), Hz. Ömer’e “Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz, hâlbuki güven içindeyiz?” demiş, Hz. Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle buyurmuştur: “Ben de aynı durumu Peygamber (s.a.v.)’e sormuştum, bana şöyle buyurmuştu: ‘Allah’ın size verdiği bir bağıştır. Allah’ın sadakasını kabul edin.’[3]

Hz. Peygamber’in yaptığı seferlerinde namazları kısaltarak kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir. İbn Ömer (r.a.) şöyle der: “Peygamber (s.a.v.)’e arkadaşlık ettim. O seferlerinde iki rekâttan fazla kılmazdı. Ebû Bekir, Ömer ve Osman da böyle yaparlardı.”[4]

Ulema, ilim için yolculuğa çıkan kimsenin namazlarını kısaltacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Sefer ister hac, cihat, hicret ve umre gibi vacip bir yolculuk olsun, ister kardeşlerini, hastaları, Mescid-i Nebevî ile Mescid-i Aksa’yı, ana babayı yahut ana babadan birini ziyaret etmek gibi müstehap ziyaret olsun; ister dolaşıp hava almak, gezinmek, ticaret gibi mübah yolculuk olsun, fark etmez. Bu gibi yolculuklarda kişiler namazlarını kısaltarak kılarlar. Namazları kısaltmak, dört rekâtlı farz namazları ikiye indirmek demektir.[5]

Namazları Kısaltmanın Meşruluğunun Sebebi

Namazları kısaltmanın hikmeti; genellikle yolcuların (seferîlerin) karşılaştıkları güçlük ve sıkıntıların telafisi, Allah’ın hakları hususunda kolaylık sağlanması, farzları eda etmeye teşvik edilmesi, vacipleri yapmaktan nefret ettirilmemesidir. Böylece kusurlu olan yahut ihmal eden kimselerin, farzları terk etmek için bir delili, bir özrü kalmamış olmasıdır.

Seferde Sünnet Namazlar

Eğer seferî emniyet içinde bir yerde konaklayıp yerleşmişse, namaz vakitlerine bağlı bulunan sünnetleri de kılar. Fakat korku ve kaçma durumunda ise, yani işi acele ve yolculuğuna devam etmek zorunda ise, sünnetleri kılmaz. Muhtar (seçilmiş) olan görüş de budur.[6]

Namazları Birleştirmenin Meşruluğu

Cumhura göre, seferde öğle ile ikindiyi birinci namazın vaktinde (cem-i takdim tarzında) birleştirmek yahut öğleyi ikindiye tehir ederek (cem-i tehir tarzında) ikinci namazın vaktinde kılmak caizdir. Yine bunun gibi, akşam namazı ile yatsı namazlarını seferde, hem yatsıyı öne alarak birinci namazın vaktinde hem de tehir ederek akşamı ikinci namazın vaktinde kılmak caizdir. Bu sefer
mesafesi asgari 90 km’lik bir mesafedir. Birleştirilerek kılınan namazlar öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarıdır. Bunlardan biri diğerinin vaktinde kılınabilir. Birinci namazın vaktinde birleştirip kılmaya cem-i takdim, ikinci namazın vaktinde birleştirip kılmaya cem-i tehir adı verilir.
[7] Hanefîler dışındaki çoğunluk âlimler, yolculuğu bir mazeret kabul ederek, yolculukta cem yapılmasını caiz görmüşlerdir. Ancak bazı ayrıntılarda aralarında görüş ayrılığı vardır.

Buna göre Mâlikîler, cem yapmanın caiz olabilmesi için yolculuğun yorucu bir yolculuk olmasını şart koşarken, Şâfiîler ve Hanbelîler, yorucu olup olmamasına bakılmaksızın yolculuğun her hâlükârda cem için bir mazeret olduğunu söylerler.

Bu noktada Şâfiîler, Mâlikîlerin ve Hanbelîlerin aksine, ayrı bir şart ileri sürerek, cem yapmayı caiz kılan yolculuğun, herhangi bir yolculuk değil, namazların kısaltılmasını caiz kılan nitelik, süre veya mesafedeki yolculuk olduğunu söylerler. Bu arada yolculuğun türüne ve amacına bağlı olarak da bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kimi Mâlikîler, deniz yolculuğunu da sefer hükmünden istisna etmişlerdir.[8]

Seferîlikte Cuma Namazı

İbni Abdul Berr, “Yolcu için cuma namazı yoktur.” sözü için, bu konuda ihtilaf yoktur, icmadır, der.[9] İbni Abdul Berr’e göre hür, büluğ çağına ermiş, misafir olmayan erkeklere, güneşin zevalinden sonra, şehir olan yerlerde cumanın farz olduğu hususunda ümmet ittifak etmiştir.[10] 

2) Seferîlikte Mest Üzerine Meshin Hükmü

Abdest hususunda mest üzerine mesh etmeye ruhsat verilmesi, ümmet için bir kolaylıktır. Peygamber Efendimiz bu kolaylığın sınırlarını da çizip belirlemiş ve mesh konusunu bu yönüyle de kişilerin arzusuna bırakmamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Mukim, mestleri üzerine bir gün bir gece; yolcu ise üç gün üç gece mesh eder.”[11]

Buna göre, abdestli bir vaziyette giyilen mestin mesh edilmesi, o abdestin bozulmasıyla başlar; mukim için bu süreden itibaren bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gece devam eder. Belirtilen her iki süre içinde ne kadar abdest alınırsa, mestler ayaktan çıkmadığı takdirde üzerine mesh etmekle yetinilir. Mestlerin mesh edilebilmesi için yedi şartın gerçekleşmesi, gerekir:

1) Abdest alıp ayakları yıkadıktan sonra giyilmesi.

2) Ayak topuklarını örtecek şekilde olması.

3) Giyilen mestlerle yürüme imkânının mevcut olması.

4) Mestlerin her birinde ayak parmaklarından üç küçük parmak kadar bir yırtık ve delik bulunmaması.

5) İp, bağcık ve benzeri bir şeyle bağlanmaksızın ayakta taşınacak ölçü ve mukavemette olması.

6) Suyu tene geçirmeyecek bir yapıya sahip bulunması.

7) Ayaklardan her birinin ön kısmından el parmaklarının en küçüklerinden üç parmak miktarı bir bölümün mevcut olması.[12] 

3) Yolculukta Oruç Tutmak

Cumhur-u ulemaya göre, seferîlik esnasında oruç tutmak yolcuyu zayıf düşürüp güçsüz hâle getirmezse, oruç tutmak daha iyidir. Çünkü Yüce Allah: “…Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır.”[13] buyurmaktadır.[14]

 


[1]         el-Muğnî; II, 254; Keşşâfu’l-Kınâ’; 593 vd.; Muğni’l-Muhtâc, I, 262 vd. 

[2]         Nisâ suresi, 4:101. 

[3]         Müslim,Misafir, 4; Tirmizî, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I. 

[4]         İbn Mâce, İkâme, 75. 

[5]         ŞeyhMansûr b. Yûnus b. Salâhaddin el-Hanbelî el-Behûti, Keşşâfu’l-Kınâ, I, s. 595; İbnKudâme, el-Muğnî,II, s. 267. 

[6]         ed-Durru’l-Muhtâr, I, 742. 

[7]         eş-Şerhu’l-Kebir, I, s. 368; Muğni’l-Muhtac, I, s. 271 vd.; el-Muhezzeb, I, s. 104; Keşşafu’l-Kınâ’, II, s. 3; el-Muğnî,I, s. 271. 

[8]         İlmihal I, s. 330. 

[9]         Kurtubî, el-İstizkar,II, s. 36. 

[10]        Kurtubî, a.g.e.,s. 56. 

[11]        Nesaî, Tahare, 98; İbnMâce, Tahare, 86; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, s. 213. 

[12]        İbnÂbidîn, el-Kasanî, l, s. 261; el-Fetâvâ el-Hindiyye, l, s. 32-34. 

[13]        Bakara suresi, 2:183. 

[14] Yedinci meselenin açıklama kısmında konu ile ilgili detaylı bilgi verilmiştir.