Fetava

Hicri Takvim
Miladi Takvim

İslam’a Göre Koruyucu Aile

İslam’a Göre Koruyucu Aile

İslam, toplumsal bir müessese olan ailenin oluşumu, gelişimi ve korunması amacıyla birçok temel kaide koymuş ve konuya büyük ehemmiyet vermiştir. Bu amaçla gerekli bütün ön tedbirleri aldığı gibi yuvanın dağılmaması için yalan söylemeye dahi müsamaha göstermiştir. Ancak aile içi şiddet ve zulüm söz konusu olduğunda her zaman mazlum olanın yanında yer almış ve haklı olanın hakkını aramış ve aramamızı emretmiştir.[1] Bir konu hakkında doğru hükme varmak için doğru tasavvurda bulunmak gerekir. Koruyucu aile konusunda da Almanya örneğinden yola çıkarak neticeye varmak istiyoruz.  

1)Almanya’da Koruyucu Aile Örneği

Koruyucu aile, çeşitli nedenlerle öz ailesi yanında bakımları bir süre için sağlanamayan çocukların kendi aile ortamlarında eğitim, bakım ve yetiştirilme sorumluluğunu kısa veya uzun süreli olarak, ücretli veya gönüllü statüde devlet denetiminde paylaşan, hissettikleri toplumsal sorumluluğu gösterebilen uygun aile ya da kişilerdir.[2]

Koruyucu ailelik, Alman Anayasası’nın 6. maddesinin 3. fıkrası gereğince devlete, anne babanın çocuk üzerindeki yetiştirme hakkını gözetleyici bir statü tanıyan ilk hukuki dayanak noktasıdır. Gençlik Daireleri’nin görev ve yetkilerinin desteklediği kanun ise 8 numaralı sosyal kanun olan “Çocuk ve Gençlik Yardım Kanunu”dur (Kinder- und Jugendhilfe Gesetz, SGB VIII). Bu kanuna göre Gençlik Daireleri belirtilen görevlerin gerçekleşmesinden sorumludur.[3] Alman Anayasası’nın 42. maddesine göre çocuğun “selametinin” (Kindeswohl) tehlikeye atılması ya da çocuğun bizzat talep etmesi durumunda çocuk himayeye alınır. Uygulamada himayeye alma %90’ı aşan bir oranda çocuk ve ailenin rızası olmamasına rağmen gerçekleştirilmektedir. “Himayeye alma (Inobhutnahme)” ise Çocuk ve Gençlik Yardım Kanunu’nun (Sozialesgesetzbuch, SGB VIII) 42. maddesi ile düzenlenmiştir.[4]

Genel prosedür ise şu şekildedir: Himayeye alınan çocuklar, uygun bir yere yerleştirilir. Bu, Gençlik Daireleri tarafından belirlenen bir aile olabilir ki, kısa vadeli bakım aileleri vardır (Bereitschaftspflege). Bunların dışında bakıcı biri ya da bir aile bulunamadığında çocuklar çeşitli yurtlara teslim edilir. Burada seçim hakkı gençlik dairelerinindir.

Son istatistiklere göre; 2004 senesinde Gençlik Daireleri’nin el koyduğu göçmen kökenli çocuk sayısı yaklaşık 3.500 iken, bu sayı 2011’e gelindiğinde neredeyse 9.000’i bulmaktadır. Toplamda ise 38.500 çocuk Gençlik Daireleri tarafından himaye altına alınmıştır. Bu rakam 2010’a kıyasla %6 artış göstermiştir.

Yapılan araştırmalara göre, ailesinden alınan Müslüman çocuklar büyük çoğunlukla Hristiyan bir bakıcı ailenin yanına verilmektedir. Bu ailelerin yanında kalan çocuklar ise hâliyle dil ve din bakımından tamamen farklı bir ortamda büyümektedirler.[5] Çözüm üretebilmek açısından İslam’a göre koruyucu ailelik sistemini incelemek istiyoruz. 

2) İslam’a Göre Koruyucu Ailelik

Günümüzdeki içeriğiyle koruyucu aileliğin Kur’an ve sünnette tam bir örneği yoktur. Dolayısıyla kıyas mekanizmasını işleterek bu konunun hükmünü, benzerlik gösteren başka bir konunun hükmünden anlamak gerekir. Kıyas yapılabilecek benzer konulardan bir tanesi de evlatlık müessesesidir. Konunun daha kolay anlaşılabilmesi için, İslam’da evlat edinme ile yetim, kimsesiz, yolda kalmış çocukların bakımı hakkındaki hükümlerden bahsetmek istiyoruz.

3) Evlat Edinme

İslam dininde çocuk, prensip olarak kadının evli bulunduğu erkeğe nispet edilir. Doğuran kadın, annesi; nikâhlı koca da çocuğun babası olur. Bu yüzden, “evlatlık” anlamına gelen Arapça “da’y” tabiri, nesebi başkasına ait olan çocuğu bir başkasına nispet etmek anlamını taşımaktadır.

İslamiyet’ten önce Araplar arasında evlat edinme anlayışı yaygın bir şekilde vardı. Cahiliye devrinde evlatlık; nesep, evlenme, boşanma, miras, sıhri hısımlık gibi konularda öz çocuk gibi hükümler doğururdu.[6] Bunu Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, kendisine risalet görevi verilmeden önce Zeyd (r.a.)’ı evlat edinmesinden biliyoruz. Evlat edinmenin geçersizliğine dair ayetler nazil olunca, Hz. Peygamber (s.a.v.), Zeyd (r.a.) ile aralarındaki evlatlık olayına Allah’ın emri üzerine son vermişti.

Medine döneminde nazil olan, “Allah, evlatlıklarınızı öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır.”[7] mealindeki ayetten de anlaşılacağı üzere evlat edinilen çocuk, öz evlat gibi kabul edilemez, dolayısıyla miras vb. haklardan yararlanamaz.

İslam’a göre çocuk, ancak kadının evli olduğu erkeğe nispet edildiğinden kendisini dünyaya getiren annesine ve onun nikâhlı eşi olan babasına nispet edilebilir.

Dolayısıyla evlat edinmedeki mahzurlu olan temel mesele, çocuğun öz evlat yerine konarak bunun hukuki birtakım sonuçlar doğurmasıdır (nesep, mahremiyet, miras vs.). Koruyucu ailelikte böyle bir şey söz konusu olmadığından evlat edinmeye kıyas edilerek hüküm çıkarılması mümkün değildir.

4) Yetim, Kimsesiz, Yolda Kalmış Çocukların Bakımı

İslam, zayıfların hakkını korumada daha titiz davranılmasının gerektiğini ayet ve hadislerle vurgulamıştır. Bu zayıfların başında küçük çocuklar gelmektedir. Bu çocuklar içerisinde de en zayıf olanları kuşkusuz aile ortamından uzak, yetim, yoksul ve kimsesiz çocuklardır.

Korumaya muhtaç çocukların bakım ve gözetimleri büyükleri tarafından karşılanmak durumundadır. Bu görev öncelikli olarak ailenindir. Ancak her çocuk böyle bir imkâna sahip olmayabilir. Bu gibi durumlarda onların bakım ve gözetimleri kanuni temsilcileri yoluyla yerine getirilir. Bu konuda İslam hukuku pek çok düzenlemeye gitmiştir. İslam hukuku, çocukluk dönemlerini farklı devrelere ayırmış ve bu devrelere göre çocuğun şahsi bakımının ve hukuki işlemlerinin velileri ya da vasileri tarafından yürütüleceğini hükme bağlamıştır.[8]

Dolayısıyla İslam yetimlere yardım edilmesini çeşitli ayet ve hadislerde yoğun bir şekilde teşvik eder. Ayrıca İslam yetimlerin rencide edilmemesi ve haksızlığa maruz bırakılmaması için de birtakım hukuki düzenlemeler getirmiştir.  Bu kimsesiz çocukların, korunma ve himaye altına alınması için çocuğa veli ya da vasi tayin edilmesi hükme bağlanmıştır. Velayette yakın akrabalara öncelik verildiği gibi, devlet tarafından tayin edilecek ehliyetli kimsenin velayetine de izin verilmiştir. Çünkü “Velisi olmayan kimsenin velisi devlet başkanıdır.”[9] hadisinin gereğince bu çocuklarla yakından ilgilenilmesi ve her türlü ihtiyaçlarının giderilmesi İslam devletinin; yoksa Müslüman toplum ve fertlerin omuzlarına bir sorumluluk olarak yüklenmiştir.

Dinimiz yetimlerin himayesine ve bakılmasına fevkalade ehemmiyet vermiştir. Nitekim sokakta kendi veya çok zayıf bir ahlak ile yetişecek insanlar, mutsuz bir hayat yaşayacakları gibi, cemiyetin başına da pek çok problem çıkararak içtimai huzuru bozacaklardır. Bu sebeple dinimiz onların imkân nispetinde aile içerisinde barındırılmasını ve diğer çocuklara gösterilen müşfik bir alaka ve muameleye mazhar edilmelerini emreder. Himaye, bakım, terbiye ve malların korunmasına yönelik pek çok açıklamada bulunur.[10]

İslam yetim ve kimsesiz çocukların bakımevleri vb. yerlerden çok, bir koruyucu aile yanında himaye edilmesine ısrar etmiştir. Kur’an’da, bu tür çocuklarla yakından ilgilenilmesi, eğitim öğretim dâhil onların her türlü ihtiyaçlarının giderilmesi istenmektedir. “Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, işleri bozanla düzelteni bilir. Eğer Allah dileseydi, sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hâkimdir.”[11] Ayet metninde geçen “Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin kardeşlerinizdir.” tabirinin yetimlerle aynı mekânı paylaşmayı ifade ettiğini söyleyebiliriz.[12] Dolayısıyla bu ayetten yetim ve kimsesiz çocukların bir bakıcı aile yanında, bir aile atmosferi içinde himaye edilmesi gerektiği rahatlıkla anlaşılmaktadır. Resûlullah (s.a.v.) ise bir hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kimsesiz çocuğun (yetim-öksüz) bulunup ona iyi muamele edilen; en kötü ev de yetim ve öksüze kötü muamele edilen evdir.”[13]

Sahabeden Sâlim (r.a.)’ı evlat edinen Ebû Huzeyfe (r.a.), evlatlığı yasaklayan ayet inmesine rağmen Sâlim (r.a.)’ı küçük bir çocuk olmasından dolayı yanında tutmaya devam etmiştir. Ne zaman ki Sâlim (r.a.) büyüyüp de mahremlik meselesi söz konusu olunca Efendimiz (s.a.v.) Ebû Huzeyfe (r.a.)’ın ailesine özel olarak büyük yaşta birinin emzirilebilir hükmünü vermiş ve Ebû Huzeyfe (r.a.)’ın sıkıntısını gidermiştir. Ancak bu durum âlimlerin ittifakı ile umuma şamil değil, özel bir vakıadır. Burada bizi ilgilendiren konu Salim (r.a.)’ın evde büyüyünceye kadar kalmasıdır.

Daha İslam’ın ilk yıllarından itibaren başlayan ve Osmanlı tarihini de kapsayan uzun bir zaman dilimi içinde Müslümanların, kimsesiz çocukları çoğu defa meccanen ailelerinde barındırdıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu sebeple 19. yüzyıla gelinceye kadar Osmanlı toplumunda, korunmaya muhtaç çocuklara yönelik çocuk bakımevleri türünden bir kurum bulmak zordur. Zira fakir aile çocuklarının bakım ve eğitimi, dönemin hukuki sorumlusu, bölge kadısının bilgisi dâhilinde‚ geçici evlatlık sistemiyle, gönüllü ailelerce yapılıyordu. Hasılı, bakıma muhtaç çocukların ihtiyaçlarını yetişkinlik çağına kadar bir aile yuvası sıcaklığı içinde gidermek İslam tarihinde büyük bir fazilet olarak telakki edilmektedir.[14]

Osmanlı’da çocukların bakımı ve yetiştirilmesi ile ilgili farklı uygulamalardan bir tanesi de İslam fıkhındaki hidâne (hadâne) uygulamasıdır. Hidâne, İslam hukukunda küçüğün ve bu hükümde olan kimselerin gerektiği şekilde büyütülüp yetiştirilmesi, korunup gözetilmesi ve eğitilmesi amacıyla kanun koyucunun belli şahıslara tanıdığı hak, yetki ve sorumluluğu ifade eder. Bu hak ve sorumluluğu üstlenen kişiye Hâdin/Hâdine denir.[15]

Ebeveynlerden birinin veya her ikisinin ölümü ya da ayrılıkları sebebiyle yuvanın yıkılması hâlinde, çocukların bakımı, korunup yetiştirilmeleri ve terbiyeleriyle bir kişi görevlendirilirdi. Böylece çocuğun bedenen ve ruhen sağlıklı yetiştirilmesi hedeflenirdi. İslam tarihinde daha Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminden itibaren bu alanda zengin bir hukuk doktrini ve tecrübe birikimi oluşmuştur. Osmanlı döneminde hidâne (hadâne) Müslümanlarla birlikte gayrimüslim Osmanlı tebaası tarafından da oldukça yoğun biçimde uygulanmıştır.[16]

Hidânenin hak veya görev olarak nitelendirilmesi, konuya hangi taraf açısından bakıldığıyla doğrudan ilgili bir husustur. Nitekim meseleye daha çok çocuğun yetişmesi ve hukukunun korunması yönünden bakanlar hidânenin haktan ziyade çok yönlü bir görev ve sorumluluk olduğunu vurgular. Klasik literatürde hidânenin “kefalet” kelimesiyle de ifade edilmekte oluşu bu görev ve sorumluluk yönünün ağır bastığını hissettirmeyi amaçlar.[17]

Osmanlı’da kimsesiz çocukların bakımı ile ilgili farklı uygulamalardan bir diğeri de tebenni, evlat edinmedir. Çocukların evlat edinilmesi, onların iyi yetiştirilmeleri yönündeki uygulamalardan biri olarak karşımıza çıkar. Eski Türklerde, cahiliye Araplarında bulunan, İslam’ın ilk döneminde de bir süre muhafaza edilen evlatlık kurumu daha sonra Ahzâb suresinin 4. ayetiyle, “Allah evlatlıklarınızı öz oğullarınız olarak tanımadı.” kaldırılmıştır. Bununla birlikte Osmanlılarda evlatlık kurumu, yeniden düzenlenerek koruyucu aile tarzında şekillendirilmiş, böylece İslam hukukuna olan zıtlık ortadan kaldırılmıştır.

Osmanlı’da evlat edinme, çocuğun kimsesiz olması veya bizzat anne ve babasının kabul etmesiyle, bakım ve gözetimle sınırlı “manevi evlat” statüsünde olup evlatlık edinilen, ebeveyne vâris olamamaktaydı. Nitekim bu konudaki kayıtlarda, “çocuğun rüşt çağına ulaştığı ana kadar”, “iâneden müstağni oluncaya kadar” gibi ifadelerle, evlatlık uygulaması belirli bir zamanla sınırlandırılmış, ayrıca evlatlıkların durumu bu isim yanında “ahiret evlatlığı, can evlatlığı, manevi evlatlık, oğulluk” gibi isimlendirmelerle de ortaya konmaya çalışılmıştır. [18]

Osmanlı’ya has kimsesiz çocukların bakımı ile ilgili farklı uygulamalardan bir tanesi de “icar-ı sağir”dir. İcar-ı sağir, yani yoksul aile çocuklarının zengin ailelere hizmet karşılığında bakılmak üzere, “besleme, ahretlik, manevi evlat” gibi isimler altında verilmesi de Osmanlı döneminde Müslümanların sıkça uyguladıkları bir koruyucu aile yöntemiydi. Burada esas, ahiret sevabı ümidiyle fakir aile çocuklarının ihtiyaçlarının giderilmesi, yani Allah’ın rızası olup asla küçüklerin istismarı değildi. Nitekim çocuğun emeğine karşılık belli bir ücret de takdir edilirdi. Bu uygulamaya konu olanların çoğunluğu kız çocuklarıydı ve genellikle rüşt çağıyla sınırlandırılmışlardı. Osmanlı’daki gayrimüslimler de icar-ı sağir uygulamasını benimsemişlerdi.[19]

Bütün bu örneklerden sonra denilebilir ki İslam, evlatlık müessesesini toptan kaldırmamış, çarpık yapıyı reddetmiştir. İslam, korumaya muhtaç kimsesiz çocukları, kendilerine yardım eli uzatılarak, ailelerin yanında veya çocuk yuvalarında himaye edilerek; eğitilip sanat ve meslek sahibi yapılarak topluma kazandırılmasını yasaklayan değil, bilakis teşvik eden örneklerle doludur. İslam dininin bu hususta ortaya koyduğu ölçülere riayet etmek şartıyla, koruyucu ailelik hususunda “geçici evlat terbiyesi” çözüm yolu sayılabilir.

5) Günümüzde Koruyucu Ailelik

Bir kişinin veya ailenin muhtaç bir çocuğa bakması dinimizce teşvik edilmiştir. İslami hassasiyetler çerçevesinde koruyucu aileliğin hükmü nisbîdir. Zaman ve şartlara göre değişebilir. Bazen sünnet, bazen farz, bazen de mendup ve hatta haram olabilmektedir.

Avrupa’daki özel durum göz önüne alınarak Müslüman ailelerden alınan çocukların farklı din ve ideolojileri benimseyen ailelere verilmesi ve asimile edilmesinin önüne geçilmelidir. Tüm Müslümanlar bundan sorumludur. Avrupa’da koruyucu ailelik konusu Müslümanların gündemine girmeli ve Müslümanlar bunu bir vecibe olarak kabul etmelidirler.

Diğer bir husus ise şudur: Koruyucu aile olabilecek ailelerin seçilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Burada ergenlik çağı öncesi ve sonrası olmak üzere iki durum karşımıza çıkmaktadır:

Ergenlik çağı öncesi küçük çocukların toplum içinde sağlıklı bir gelişim ve davranış içerisinde büyümeleri, sırf fizyolojik ihtiyaçları karşılanmakla değil, aile ortamında merhamet, sevgi ve şefkat atmosferinde, anne baba sevgisini tattırmakla mümkündür. Dolayısıyla Müslüman aileler, bu çocukları koruma altına almalıdırlar.

Ergenlik çağından sonrası gençler kurumsal nitelikli yatılı yetiştirme yurtlarında barındırılmalıdır. Bunun için de böyle kurumların acilen açılması gerekmektedir.  Ancak yurtlar açılıncaya kadar büluğ çağından sonra da bu çocuklar yine bu ailelerin yanında kalmaya devam etmelidir. Bunda zorunluluk vardır. Zira çocuklarda bu çağ, dinî ve kültürel değerlerin kazandırıldığı en verimli zaman dilimi olduğu gibi, zayi olmalarına da sebebiyet verecek en tehlikeli dönemdir. Fakat yukarıda da ifade edildiği gibi, mahremiyet şartlarına riayet edilmelidir.


[1]      Özellikle yetimlerin haklarının korunması ile ilgili Bkz. Nisâ suresi.


[2]  T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Koruyucu Aile Resmî İnternet Sitesi, “Koruyucu Aile Nedir?” http://www.koruyucuaile.gov.tr/tr/html/120/Koruyucu+Aile+Nedir (5 Mayıs 2014’te girildi).


[3]  “Bununla birlikte eyaletler arasındaki kanun ve uygulamalardaki farklılıklardan dolayı, Almanya çapında Gençlik Daireleri birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, Gençlik Daireleri ancak bağlı bulunduğu belediye sınırları içerisinde yetkilidir.” “Meryem Özmen ile Gençlik Daireleri (Jugendamt) Üzerine Konuştuk”, Perspektif Dergisi, 216 (Aralık 2012): 42-7.


[4]  “Yine de netice olarak çocuğun selameti kavramının kapsamı hukuki bakımdan tam olarak belirlenmiş değildir. Uygulamada çocuğun ailede kötü muameleye maruz kalması, şiddet, cinsel istismar, çocuğun ihmal edilmesi, ebeveynin çocuğa aşırı derecede görev yüklemesi, ciddi seviyelere ulaşmış iletişim problemleri, madde bağımlılığı, çocuğun şiddet eğilimleri göstermesi, aileden kaynaklanan okul problemleri gibi durumlar çocuğun selametinin tehlikeye atıldığına dair nesnel durumlar olarak değerlendirilmektedir.” “Meryem Özmen ile Gençlik Daireleri (Jugendamt) Üzerine Konuştuk”, s. 42-7.

[5]
“Meryem Özmen ile Gençlik Daireleri (Jugendamt) Üzerine Konuştuk”, s. 42-7.

 [6]   “Evlat Edinme”, http://fikih.ihya.org/islam-fikhi/evlat-edinme.html (5 Mayıs 2014’te girildi).

[7]     Ahzâb suresi, 33:4.

 [8]    Şevket Topal, Korumaya Muhtaç Çocukların Bakımı ve Gözetimi Açısından İslam Hukukunda Velayet ve Vesayet Yetkisi, s. 240 (Bu makale 30 Eylül-2 Ekim 2005, Rize’de Çocuk Sorunları ve İslam Sempozyumu’nda sunulan tebliğin yeniden gözden geçirilmiş hâlidir).

[9]  Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, s. 165; Nesâî, Sünen, III, s. 285.

[10]  İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, (Ankara: Akçağ Yayınları, 1. baskı, 1988), II, s. 517-8.

[11]     Bakara suresi, 2:220.

[12]  Abdurrahman Kurt, “İslamın Koruyucu Aileye Bakışı”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6-6 (1994): 177.

[13]     İbn Mâce, Sünen, II, s. 1213.

[14]     Bkz. Abdurrahman Kurt, “İslam’ın Koruyucu Aileye Bakışı”, s. 177.

[15]     Ali Bardakoğlu, “Hidâne, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), XVII, s. 467.

[16]  Nesimi Yazıcı, “Osmanlılarda Yetimlerin Korunması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”,   AÜİFD, 18/1 (2007): 14; Bkz. el-Üsrüşeni Muhammed, İslam Hukukunda Çocuklarla ilgili  Hükümler, (Cihan Yayınları, 1984), s. 107.

[17]     Ali Bardakoğlu, Hidâne, s. 467.

 [18]    Bir örnek olarak; 20 Kasım 1865 tarihli Hacı Ahmed kızı şerife Zeyneb’in beş yaşındaki kızını Ebû Bekir kızı Hatice’ye iâre (ödünç) yoluyla vermesiyle ilgili belgede sebep olarak; “tehzîb-i ahlâk ve teallüm-i âdâb ve maârif… tâlîm-i ârâ ve maârif ve âdâb” yani çocuğun eğitiminin, sebep olarak gösterilmiş bulunmasını hatırlayabiliriz. Nesimi, Yazıcı, Osmanlılarda Yetimlerin Korunması Üzerine Bazı Değerlendirmeler, s. 13-15.

[19]    Yazıcı, “Osmanlılarda Yetimlerin Korunması Üzerine Bazı Değerlendirmeler, s. 13-15.