Fetava

Hicri Takvim
Miladi Takvim

Hayızlı veya Nifaslı Kadının İbadeti

Hayızlı veya Nifaslı Kadının İbadeti

1) Hayızlı veya Nifaslı Kadının Camiye veya Mescide Girmesi

Kaynaklarımızda âlimlerimiz hayızlı ve nifas hâlindeki kadının camiye (ve mescide) girmesi konusunda; mescitte kalması ve mescitten geçmesi olmak üzere değerlendirmiş ve delillerini ortaya koymuşlardır. İki husus göz önünde tutulmuştur:

1. Görüş: Hayızlı ve Nifas Hâlindeki Kadın Camiye (veya Mescide) Girebilir Diyen Âlimler

Âlimlerimizin geneli, bu hâldeki kadının ihtiyaç hâlinde mescit içinden geçerek bir taraftan diğer tarafa geçmesini caiz görürler.

1. Delil:

Hayızlı ve nifaslı kadının bu durumu cünüp olana kıyas edilmiş, ihtiyaç ve zaruret hâlinde mecscitten geçebilir denilmiştir. Buna delil olarak, “Bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın.”[1] ayetini gösterirler. Bu ayeti bir kısım müfessirler, “salat”tan maksadın cami ve namazgâh olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir.

2. Delil:

Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) bana mescitten ‘Hasırı/seccadeyi getir!’ buyurduğunda, ben hayız hâlinde olduğumu söyledim. Bunun üzerine, “Hayız hâlin senin elinde olmayan bir şeydir.” buyurdu.[2] Böylece Efendimiz (s.a.v.) kendisine mescitten geçip gitmesine, yani seccadenin uzatılmasına cevaz vermiş, dolayısı ile hadîs-i şerif, ihtiyaç ve zaruret hâlinde, âdetlinin mescitten geçebileceğine delil olmuştur.

Gerçek bir mazereti olmayan hayız ve nifaslı kadının mescitten geçmesi konusunda ise âlimler iki görüş ileri sürmüşlerdir:

1. Âlimlerin ekseriyeti mazeretsiz camiden geçişi caiz görmemişlerdir. Bu görüşte olan ulema, Hanefîler, Mâlikîler ve Şâfiîlerden bir görüş, Hanbelîlerden de bir rivayettir.[3]

2. Diğer bir kısım ulema, mazeretsiz de olsa âdetli kadının mescitten geçmesine izin vermişlerdir. Bu görüş, Malikîler, Şâfiîler ve Hanbelîlerin de kabul ettiği bir görüştür. Zahirîlerden İbn Hazm’ın görüşü de böyledir. İmam Şâfiî’ye göre ise âdetli kadının mazeretsiz mescitten geçişi mekruhtur.[4]

Ancak tüm fukahâ, hayız ve nifaslı kadının mescidi kirletme endişesi varsa girmemesi gerektiğinde ittifak etmişlerdir.[5]Aslında bu konu sadece âdetliye (hayız ve nifaslıya) mahsus değil, başka akıntısı olanlar için de aynı yasak söz konusudur.

 Hayızlı ve nifaslı kadının mescitte kalması: Bu konuda caiz diyen âlimler olduğu buna itiraz edenler de vardır. Bu konunun da bir önceki konu ile temelde benzerliği vardır. Günümüzde tekrar gündeme gelen bu konu âlimlerce tartışılmış ve bazı illetlerin ortadan kalktığı ve dolayısıyla hükmün de değişebileceği ifade edilmiştir. Bu görüşü savunanlar, Malikîlerden Muhammed b. Mesleme, Şâfiîlerden el-Müzenî, Zahirîlerden İbn Hazm’dır. Abdestli olmak şartı ile Hanbelîlerden de bir görüştür.[6] Deliller şöyledir:

1. Delil:

“Beraat-i asliye” yani asıl olan eşyanın mübah olmasıdır. Âdetlinin mescide girmesini yasaklayan sarih ve sahih bir nas yoktur.[7] Var olan hadisler sarihtir; ancak sahih değil, sahih olanlar ise sarih değillerdir.

2. Delil:

Hz. Âişe (r.a.)’dan gelen bir rivayete göre, siyah bir kadının mescitte kalmasına müsaade edilmiştir. Şöyle ki, Arap kabilelerinden birine ait olan bir kadın azat edilince Resûlullah (s.a.v.)’e geldi ve Müslüman oldu. Kendisinin mescitte ikamet etmesine izin verildi. Mescidin temizliği ile meşgul olurdu.[8] Hadîs-i şeriften çıkartılan hüküm ise kadının âdet görmesi kaçınılmaz olduğu hâlde mescitte ikamet etmesine müsaade edilmesi, mescitte hayızlı kadınların kalabileceğini göstermesidir.[9]

3. Delil:

Hz. Âişe (r.a.)’dan gelen bir rivayette, âdetli olduğu bir sırada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona: “Hacıların yaptığı her şeyi yap ama sadece tavaf yapma!” buyurdu. Âdetlinin mescide girmesi yasak olsaydı, Allah resulü (s.a.v.) bu konuda Âişe annemizi haberdar ederdi. Ancak Efendimiz (s.a.v.) sadece tavaf yapmamasını söylemiştir.[10] Fıkıh kaidelerinden biri de, “İhtiyaç anında açıklamanın gecikmesi caiz değildir.” kuralıdır. Dolayısıyla âdetli kadının camiye girmesinde sakınca yoktur.

2. Görüş: Hayızlı ve Nifas Hâlindeki Kadının Camide (Veya Mescitte) Kalmasını Caiz Görmeyen Âlimler

Cumhûrü’l-ulemâ bu görüşü kabul etmiş ve bunu şu şekilde delillendirmişlerdir.[11]

1. Delil:

“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de yolcu olmanız durumu müstesna, cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın.”[12] Müfessirler bu ayetin sebeb-i nüzulünü temel alarak, salattan maksadın ferdî kılınan namaz olmayıp cemaatle camide kılınan namaz olduğunu ifade etmişlerdir. Dolayısı ile cemaatle namazın camide kılınacağından hareketle maksadın o hâlde cami ve namazgâhta bulunmanın caiz olmadığı kanaatine varmışlardır.[13]

2. Delil:

“Hiçbir hayızlı veya cünüp mescide giremez.”[14] hadisi, hayızlı ve nifaslının mescide giremeyeceğini açıkça ifade etmektedir. Dolayısıyla mescitte durması da söz konusu olamaz.

3. Delil:

Ümmü Atiyye (r.a.)’dan gelen bayram namazı ile ilgili bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hayızlı olan mescitten ayrılır.”[15]

4. Delil:

Hz. Âişe (r.a.), “Resûlullah (s.a.v.) itikâfta iken (hücremin kapısından) başını bana yaklaştırırdı. Ben de hücrem içinde ve hayızlı iken o da mescit içinde olduğu hâlde (bana yaklaştırdığı) başını yıkardım, saçını da tarardım.”[16]

Hayız ve nifaslı bir kadının Kur’ân-ı Kerîm ve mescit hakkındaki hükümlerini gördükten sonra şimdi de namaz ve oruç ile ilgili âlimlerimizin görüş ve delillerini serdedeceğiz.

 3) Hayızlı veya Nifaslı Kadının Namazı ve Orucu

Kur’ân-ı Kerîm’de âdet gören kadınla cinsî münasebetten uzak durulması gerektiği belirtilmiş ancak bu durumdaki hanımların ibadetleriyle ilgili herhangi bir hüküm yer almamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadis ve sünnetine baktığımızda ise, âdet hâlindeki kadınların ibadet hayatına ilişkin bazı düzenlemelerin yapıldığını görmekteyiz. Dolayısıyla fıkıh âlimleri de âdet hâlindeki kadının ibadetiyle ilgili fetvalarını bu hadislere dayandırmışlardır.

Kadınların özel hâllerinde (âdetli ve nifaslı hâllerinde) namaz kılamayacakları ve oruç tutamayacakları konusunda günümüze kadar gelen âlimler ittifak hâlindedir.[17] Kadınların bu özel hâlleri âlimlerimizce “hükmi” kirlilik olarak kabul edilmiş ve temizleninceye kadar bazı ibadetleri yerine getiremeyeceklerini belirtmişlerdir. Ancak günümüzde bazı araştırmacıların ortaya attıkları bazı iddalar vardır. Bu iddiaları âlimlerimizin delillerini zikrettikten sonra ele almak istiyoruz.

Bayanlarda görülen âdet kanaması (hayız kanı) ve doğum sonrasındaki kanamaların (nifas kanının) fiziksel bir kirlilik oluşturduklarının aşikâr olması yanında, bu kanamaların, yaralanma veya bir organın kesilmesi olayında görülen kanamalardan tıbbi farklılıklar gösterdiği de bir gerçektir. Bu kanamaların bizi ilgilendiren yönü, bayanların bunlar sebebiyle, hükmen kirli sayılıp sayılmayacaklarıdır.[18]

1.Görüş: Namaz Kılamaz Diyenler ve Delilleri

Âdet ve nifas kanamasının hükmi kirlilik oluşturduğu, dolayısıyla bu bayanların oruç tutması ve namaz kılmasının haram olduğuna dair deliller şunlardır:

1. Delil:

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sana kadınların âdet hâlini soruyorlar. De ki, o bir eziyettir. Âdet günleri onları rahat bırakın; temizleninceye kadar da yaklaşmayın. Tertemiz oldular mı, onlara Allah’ın size buyurduğu yerden yaklaşın. Allah tevbe edenleri sever, tertemiz olanları da sever.[19]

Ayette geçen “Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın.” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir. Bu temizlenmenin küçük değil, büyük bir temizlenme olduğunu “boy abdesti almaları” ile son bulmasından anlamaktayız. Bayanların bu hâlinin cünüplük gibi büyük bir hükmi kirlilik/hades hâli olduğu ise aşikârdır. Bir de ayette geçen “temizlendikleri zaman” kelimesi Mâide suresinin 6. ayetindeki cünüplük sonrasındaki temizlenme için kullanılmıştır. “Cünüp olduğunuzda guslediniz.” ayetinde anlatılan durumla kadınlardaki bu iki hâlin hükmen en azından aynı olduğu anlaşılır. Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan ayet şöyle biter: “… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama sizi temiz kılmak ister.”[20] Âdetli kadın temiz sayılmadığından namaz kılması mümkün olmaz.

2. Delil:

Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisine gelerek, devamlı kanama geçirdiğini, temizlenemediğini ifade eden ve bu durumda namazları terk etmem gerekir mi, diye soran Fâtıma bint Ebû Hubeyş’e; “Hayır, bu anlattığın hayız kanaması değil, bir başka sebepten gelen kan sızıntısıdır. Hayız kanaması gördüğün zaman, namazı bırak ve hayız hâlin sona erince, kanı temizleyerek guslet ve namaz kıl.”[21] demiştir. Bu hadîs-i şeriften açıkça anlaşılmaktadır ki, hayız kanaması görüldüğü zaman, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) namazı bırakmasını, sonrasında gusletmesini ve namaz kılmasını emreder.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kanaması uzun süren bir kadının namazları hakkında soru sorulunca Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap verir: “Hastalanmadan önce, bir ayda kaç gün âdet kanaması görüyordu, bunu hesaplasın, sonra kanama gördüğü günler içinde bu kadar gün namaz kılmasın, sonra yıkansın ve apış arasına pet koyarak, geri kalan günlerde namazını kılsın.”[22]

Hz. Âişe (r.a.)’dan şöyle rivayet edilmektedir: “Biz Resûlullah döneminde âdet görüyorduk, bu günlerde kılmadığmız namazları kaza etmekle emrolunmadığımız hâlde, tutamadığımız oruçları kaza etmekle emrolunuyorduk.”[23] 

Ümmü Habîbe bint Cahş (r.a.) kandan şikâyet edince, Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur: “Hayzın seni engellediği süre içinde namaz kılma; sonra yıkan ve namazını kıl.”[24] Bu hadîs-i şerife göre, âdetli kadın namazdan sorumlu olmayınca onu kaza etmekten de sorumlu olmaz.

Hz. Muâze (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Âişe’ye ‘Neden hayızlı kadın orucu kaza ediyor da, namazı kaza etmiyor.’ diye sordum. Hz. Âişe (r.a.): ‘Sen Harûralı mısın?/Harûrî misin?’[25] dedi. ‘Harûralı/Harûrî değilim ama soruyorum.’ dedim. Hz. Âişe (r.a.): ‘(Vaktiyle) bu iş bizim başımıza gelirdi de orucu kaza etmekle emrolunur; namazı kaza etmekle emrolunmazdık.’ cevabını verdi.”[26]

Nifas kanını âlimler, birçok özelliklerinden dolayı hayız kanına kıyas etmişlerdir. Delillerde görüldüğü gibi, hükmi kirlilik hâlinde, temizlenmeden namaz kılmak mümkün değildir. Bu kirliliği oluşturan akıntı devam ettiği müddetçe de, yalnızca akıntı kanı temizlemek veya yıkanmakla bu kirlilikten kurtulmak imkânsızdır. Bu akıntıyı sona erdirmek ise şahsın gücü dâhilinde olmaması nedeniyle, bayanların özel günlerindeki kanamaları, kendilerini hükmen kirli kılmaktadır. Bu sebeple Yüce Allah, bayanlardan bu günlerdeki namaz ve oruç yükümlülüğünü kaldırmıştır. Günümüzde ise bazı araştırmacılara göre âdet ve nifaslı kadının kanamasının hükmi kirlilik oluşturmadığı, dolayısıyla bu hâldeki kadınların oruç tutması ve namaz kılması caizdir.

2. Görüş: Namaz Kılabilir Diyenler ve Delilleri

Konu hakkında delaleti açık bir ayet bulunmamaktadır. Sünnetten getirilen deliller ise kadın aleyhtarı söylemlerin bir parçası olması hasebiyle zayıf ve uydurmadır. Bu durumdaki kadınlar özürlü sayılan hastanın durumuna kıyas edilir, oruç tutmamaları ve namaz kılmamaları bir ruhsat olarak değerlendirilir. Dolayısıyla âdet hâli, ihtiyari olan cünüplüğe benzemez. Bilakis abdestin bozulmasına sebep olan kadınlardaki akıntıya kıyas edilmesi daha uygundur.[27]

Bu görüş sahiplerinin, konu hakkında açık bir ayetin bulunmadığını gerekçe gösterip konuyla ilgili mevcut sünnet verilerini gözardı ederek bir hükme varmaları usulen yanlıştır. Çünkü tarih boyunca İslam ümmeti, tevatür derecesine ulaşmasa da, sahih sünneti hüküm koymada bir kaynak olarak kabul etmiştir. Sahih sünnetin görevleri arasında; Kur’an’ı açıklaması ve Kur’an’ın sustuğu bazı konularda hüküm koyma yetkisi vardır. İslam tarihi boyunca, yukarıdaki hadis verilerinin ifade ettiği hükmün dışında bir uygulamanın bulunmayışı da, bu rivayetlerin içerik itibariyle sahih olduklarının ayrı bir delili olarak görülmelidir. Kaldı ki, yukarıda belirtildiği gibi, çok sarih değilse de, konu ile ilgili olan ayetler birlikte düşünüldüğünde, özel günlerindeki bayanların hükmi kirlilik içinde oldukları ayetlerden de anlaşılabilmektedir. Bu hâldeki kadının hükmen kirli olduğu anlaşıldığında ise, bunun zorunlu sonucu olarak, abdesti olmayan bir kimse gibi namaz kılamayacaktır.

Konuya yalnızca Kur’an perspektifinden bakılıp konu hakkındaki hadisler gözardı edildiği takdirde, âdetli olan ve nifas hâlindeki bayanın da namazlarını kılması savunulmalıdır. Yani, bayanların bu hâllerinde de namaz kılmalarının farz olduğu iddia edilmelidir. Çünkü Kur’an’da, bu hâldeki bayanların namazlarını kılıp kılmama konusunda muhayyer oldukları şeklinde bir hüküm yoktur.[28] Dolayısı ile böyle bir görüşün kabul edilmesi mümkün değildir.

Yukarıda zikrettiğimiz gibi cumhûrü’l-ulemânın namaz için kanaati ne ise oruç için de odur. Bu âlimlerin delilleri ise konu ile ilgili olan şu rivayetlerdir:

3. Görüş: Oruç Tutamaz, Sonra Kaza Edebilir Diyenler ve Delilleri

1. Delil:

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İstihâza (âdet dışı kanama) gören kadın, âdet gördüğü günlerde namazı bırakır, sonra yıkanır ve her namaz vaktinde abdest alır, oruç tutar ve namaz kılar.”[29]

2. Delil:

İmrân b. Talha (r.a.)’ın naklettiğine göre, annesi Hamne (r.a.) şöyle der: “Aşırı derecede hayız görüyordum. Durumu haber verip fetva almak üzere Resûlullah (s.a.v.)’e geldim. Onu kız kardeşim Zeyneb bint Cahş’ın evinde buldum ve dedim ki: ‘Ey Allah’ın resulü! ben aşırı derecede hayız gören bir kadınım. Bu duruma ne buyurursun (ne yapayım)? Bu beni namazdan ve oruçtan alıkoydu.’ Resûlullah (s.a.v.): ‘Sana pamuğu tavsiye ederim. Çünkü o kanı giderir.’ buyurdu. ‘O kan bundan (pamuğun mâni olacağından) daha çoktur.’ dedim, ‘Bez kullan!’ buyurdu. ‘Kan bundan da fazla devamlı geliyor.’ dedim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: ‘İki hüküm söyleyeyim. Hangisini yaparsan sana yeter, ikisine de gücün yeterse, orasını sen bilirsin. Şunu bil ki bu, ancak şeytanın darbelerinden biridir. Altı veya yedi gün, Allah’ın sana (kadınların âdetlerinden) bildirdiği şeylerde kendini hayızlı say, sonra da yıkan. Temizlendiğine ve paklandığına kanaat getirdiğinde yirmi üç veya yirmi dört gün namaz kıl ve oruç tut. Çünkü bu (takdir edilen müddet) sana yeter. (Sağlıklı) kadınlar nasıl hayız vaktinde hayız oluyorlar, temizlik günlerinde de temizleniyorlarsa sen de her ay öylece yap. Eğer öğleyi (son vaktine kadar) geciktirip ikindiyi (ilk vaktinde) öne almaya ve yıkanıp bu iki namazı bir arada kılmaya, akşamı geciktirip yatsıyı öne almaya, sonra da yıkanıp iki namazı birleştirmeye gücün yeterse öyle yap. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan, (namaz kıl) ve gücün yeterse oruç tut.’ Devamında Allah’ın resulü: ‘Bu (iki namazı birleştirerek ikisi için bir gusul etmek) bana iki işin daha sevimli olanıdır.’ buyurdu.”[30]

3. Delil:

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’ın uzunca rivayetinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “(Kadın) âdet hâlindeyken namaz kılmaz ve oruç tutmaz, değil mi?” ‘Evet’ dediler. ‘İşte bu da dinlerinin noksanlığıdır.’ buyurdu.”[31]

4. Delil:

Yukarıda da zikredilen, Hz. Muâze (r.a.)’dan rivayet edilen şu hadîs-i şerif de delildir: “Âişe’ye ‘Neden hayızlı kadın orucu kaza ediyor da, namazı kaza etmiyor?’ diye sordum. Hz. Âişe (r.a.): ‘Sen Harûralı mısın?/Harûrî misin?’[32] dedi. ‘Harûralı/Harûrî değilim ama soruyorum.’ dedim. Hz. Âişe (r.a.): ‘(Vaktiyle) bu iş bizim başımıza gelirdi de orucu kaza etmekle emrolunur, namazı kaza etmekle emrolunmazdık.’ cevabını verdi.”[33]

5. Delil:

Esved (r.a.)’ın rivayetine göre, Hz. Âişe (r.a.) şöyle demiştir: “Zamanında hayız olurduk, sonra temizlenirdik de bize (tutamadığımız) oruçları kaza etmemizi emreder, namazları kaza etmemizi emretmezdi.”[34] Bütün bu rivayetlerden sonra konuyu temelinden reddedenlerin farklı itirazları olmuştur. Bu itirazlar yukarıda da ifade edildiği gibi aynı gerekçelere dayanmaktadır. Bununla beraber yeni iddiası olanlar da var. Bunlar, senet itibari ile tenkit edemediklerini, metin yönüyle ele alarak tenkit etmeye çalıştılar. Mana kaymalarının söz konusu olduğunu ileri sürerek kendi görüşlerini temellendirmek üzere bazı rivayetleri tercih ederek kelimelerin anlamları üzerine yeni yorumlar getirdiler.

4. Görüş: Oruç Tutabilir Diyenler ve Delilleri

Bunlardan en günceli, kendilerince tek sahih kabul ettikleri “Muâze” hadisinden yola çıkarak, hadisin metninde geçen kaza (قضى) kelimesine farklı anlam giydirerek hadisi tam zıddı bir mana ile açıklamışlardır. Bunlara göre hadisin manası şöyledir: “Oruç tutmamız emredilir ama namaz kılmamız emredilmezdi.”[35] Kaza/takdî kelimesine; “vaktinde yerine getirilemeyen bir ibadetin daha sonra yerine getirilmesi anlamını (kaza) değil, ibadeti normal vaktinde yerine getirme anlamı olan (eda)” manasını vermişlerdir.

Bu görüşü savunan araştırmacılar, bu yanlışlığın vebalini yine ümmetin müçtehit imamlarının sırtına yükleyerek şöyle bir değerlendirmede bulunmuşlardır: “Kaza kelimesine fakihlerin sonralardan verdiği anlam kafaları karıştırmasaydı, Hz. Âişe (r.a.) validemizin sözünü, âdetlinin âdetten temizlenmesinden sonrasıyla ilgilendirmek mümkün olmazdı.”[36]

Kaynaklardaki kaza tabiri incelendiğinde, ibadeti hem normal vakti içerisinde hem de daha sonraki bir vakitte yerine getirmek anlamında kullanıldığı görülmektedir. Elbette kaza kelimesinin sadece bu iki anlamı yoktur. Nitekim Ebu’l-Bekâ, Kur’an ve hadislerden de hareketle kaza kelimesi için ondan fazla anlam sıralamıştır. Bunlar içerisinde eda anlamı olduğu gibi, ibadetin sonradan yerine getirilmesini ifade eden (kaza) anlamı da vardır.[37]

Konuyla ilgili rivayetlerde yer alan kaza kelimesinin anlamının tam olarak belirlenmesi neticesinde; sahabe ve tabiîn dönemlerinde hayızlının orucuyla ilgili ne türlü bir yaklaşım olduğu da netliğe kavuşacaktır. Şayet sahabe ve tabiînden hanımlar burada edayı, yani hayızlıyken yapılacak ibadeti kastetmişlerse, bu durumda, o dönemdeki hanımların hayız hâlindeyken oruç tutulacağı kanaatine sahip oldukları sonucu çıkarılır.

Şayet burada kaza anlamını kastetmişlerse, hayız hâlindeyken oruç tutamayacaklarını ve namaz kılamayacaklarını ve sonrasında namazların kaza edilmeyip oruçların kaza edilmesi gerektiği yönündeki hükmü bildikleri ve buna göre hareket ettikleri sonucu çıkacaktır. Bunu daha iyi anlamanın bize göre tek bir yolu vardır ki o da, Hz. Âişe (r.a.)’dan konuyla ilgili nakledilen rivayetlerin ayrıntılarını incelemektir. Tespitlerimize göre, rivayetin bazı tarikleri bu konudaki problemi çözecek mahiyettedir.[38]

Görüldüğü gibi (إذا طهرت) “temizlendiğinde”[39], (ثم نطهر) “sonra temizlenirdik”[40] ifadeleri rivayetin birçok tarikinde yer almıştır. Naklettiğimiz rivayetlerdeki bu ifadelerden hareketle, Hz. Âişe (r.a.)’nın, kadınların hayızlıyken oruç tutup namaz kılamayacaklarından değil, hayız hâli sona erip temizlendikten sonra namazları kaza etmeyip oruçları kaza etmelerinden ve bu konudaki Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emrinden bahsettiği anlaşılmaktadır.[41]

Görülüyor ki, “kadınların özel hâllerinde namaz kılamayacakları ve oruç tutamayacakları” konularında ittifak (icma) vardır. “Mescide girme, Kur’an’a dokunma ve onu okuma, tavaf yapma” konularında ise ihtilaf edilmiş; çoğunluk bunları caiz görmemiş ama bazı fıkıh âlimleri caiz görmüşlerdir.[42]

Bayanların özel günlerinde oruç tutamayacakları şeklinde, İslam âlimleri tarafından ittifakla benimsenen bu görüşün delilleri yukarıda geçti. Netice olarak hayız ve nifas kanını sona erdirip temizlenmek kişinin elinde olmaması ve bu hâl devam ettiği müddetçe, ibadet için şart olan temizliğin gerçekleşememesi nedeniyle, bayanlar özel hâllerinde namaz kılamayacakları gibi oruç da tutamazlar.


[1]     Nisâ suresi, 4:43. 

[2]     Müslim, Sahih, I,s. 244/298; İbn Hibbân, Sahih, IV, s. 190/1356.

[3]  Abdulaziz el-Buhârî, el-Muhîtu’l-Burhânî, (Beyrut: Dâru Udeba et-Türâsi’l-Arabî), II, s. 244; İbn Âbidiî, Reddu’l-Muhtâr, I, s. 194; Nevevî, el-Mecmû’, II, s. 358. Kâsânî, Bedâi’us-Sanâi’, I, s. 38; Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, II, s. 265.  

[4]    Mirdâvî, el-İnsâf, (Dâru İhyâi’t Türâsi’l-Arabî, 2. baskı, 1980), I, s. 347; Şâfiî, el-Ümm, I. s. 54; İbn Hazm,Muhallâ,I, s. 184.

[5]    Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, s. 109; Mirdâvî, el-İnsâf, I, s. 348; Nevevî, el-Mecmû’, II, s. 358.

[6]    Bkz. Karâfî, ez-Zahîre, Thk. Said A’râb, (Beyrut: Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, 1. baskı, 1994), I, s. 379; Hattâb, Mevâhibü’l-Celîl, (Beyrut: Dârü’l-Fikr, 2. baskı, 1978), I, s. 374; İbn Hazm, el-Muhallâ, I, s. 187; Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, I, s. 188

[7]    İbn Hazm, el-Muhallâ, I, s. 184. 

[8]    Buhârî, Sahih, I, s. 168/428.

[9]    İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I, s. 535. 

[10]    İbn Hazm, el-Muhallâ, I, s. 187. 

[11]   İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I, s. 165; İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, I, s. 194; Hattâb, Mevâhibü’l-Celîl, I, s. 374; Nevevî, el-Mecmû’,II, s. 358.

[12]    Nisâ suresi, 4:43.

[13]  Bkz. İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I,s. 502; Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, V, s. 200.

[14]   İbn Huzeyme, el-Mektebetü’l-İslâmî, Thk. M. Mustafa el-A’zamî, (Beyrut: 1970), II, s. 284/1327; Ebû Dâvûd, Sünen, I, s. 60/232.

[15]    Buhârî, Sahih, I, s. 123/318; Ebû Dâvûd, Sünen, I, s. 296/1137; Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ, I, s. 543/1758.

[16]   Buhârî, Sahih, I, s. 114/292; Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ, I, s. 267/3377; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, s. 208/25776.

[17]  İbn Kudâme, el-Muğnî, III, s. 38; Nevevî, el-Mecmû’, II, s. 357.  

[18]  Nihat Dalgın, “Özel Günlerdeki Kadınların İbadeti”, İslam Hukuk Araştırmaları Dergisi, 9(2007): 381.

[19]     Bakara suresi, 2:222.

[20]     Mâide suresi, 5:6.

[21]     Buhârî, Sahih, I, s. 91/226; Müslim,Sahih, I, s. 262/333.

[22]     Ebû Dâvûd, Sünen, I,s. 74/284.

[23]      Tirmizî, Sünen, III, s. 269.

[24]    Buhârî, Sahih, I, s. 117/300; Ebû Dâvûd, Sünen, I, s. 74/283; Nesâî, Sünenü’l-Kübrâ, I, s. 110/210.[25]    Harûriyye, Harûrâlı demektir. Harûrâ, Sıffîn Savaşında Ali (r.a.)’ın saflarından ayrılan Hâricîlerin toplandığı yerdir. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), XVI, s. 169-75).

[26]    Müslim, Sahih, I, s. 265/335. 

[27]     Atay, Kur’an’a Göre Araştırmalar 5, (1995): 159.

[28]  Dalgın, “Özel Günlerdeki Kadınların İbadeti”, s. 384-5.

[29]  İbn Ebî Şeybe, Musannef, II, s. 299/798; Tirmizî, Sünen, I, s. 220/126; Dârimî, Sünen, I, s. 223/793.[30]    Ebû Dâvûd, Sünen, I, s. 76/287; İbn Mâce, Sünen, I, s. 203/622; Tirmizî, Sünen, I, s. 221/128; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, I, s. 338/1499.[31]     Bu hadisi İmam Buhârî,Hayızlı namazı ve orucu terk eder bâbı altında zikretmiştir. Buhârî, Sahih, II, s. 289/1850.

[32]   İbn Teymiyye’nin şerhi şöyle devam ediyor: Hârûriyye misin sözünün manası, kadının Hârûriyye’den olmasını inkâr etmesidir. Orası Hâricîlerin sığındığı bir beldedir. Âişe validemizin böyle söylemesi şundandır ki, Hâricîlerden bazıları (hayızlı) kadının namazı kaza etmesini emrederdi, dinde ifrata gittiklerinden hatta bu yüzden dinden çıktılar. İbn Teymiyye, Şerhu’l-Umde, Thk. el-Uteyşan, (Riyad: Mektebetü’l-Ubeykan, 1413 h., 1. baskı), I, s. 458.

[33]    Müslim, Sahih, I, s. 265/335.

[34]    Tirmizî, Sünen, III, s. 154/787; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, s. 124/7240.

[35]  Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, (İstanbul: Süleymaniye Vakfı Yayınları, 4. baskı, 2011),s. 205.[36]  Abdulaziz Bayındır, “Âdetli Kadının Orucu ile İlgili Şüpheler ”, http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/adetli-kadinin-orucu-ile-ilgili-supheler.html (5 Mayıs 2014’te girildi) org/arastirmalar/adetli-kadinin-orucu-ile-ilgili-supheler-kazâ-kelimesi.

[37]   Ebü’l-Bekâ el-Kefevî, el-Külliyyât, Thk. Adnan Derviş – Muhammed el-Mısrî, (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2. baskı, 2011), s. 593-4.

[38]   Arif Ulu, “Âdet Hâlindeki Kadının Orucuyla İlgili Hadislerin Tenkid ve Tahlili”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 38 (Erzurum 2012): 36.

[39]    Buhârî, Sahih, I, s. 122/315; Müslim, Sahih, I, s. 262/332; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, s. 120/24930.

[40]   İbn Ebî Şeybe, Musannef, II, s. 124/7238.

[41]    Arif Ulu, “Âdet Hâlindeki Kadının Orucuyla İlgili Hadislerin Tenkid ve Tahlili”, s. 41.

[42]    Hayreddin Karaman, http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00042.htm (5 Mayıs 2014’te girildi).