Fetava

Hicri Takvim
Miladi Takvim

Ehl-i Kitap ile Evlilik ve Ehl-i Kitabın Kestiği Etin Yenmesi

Ehl-i Kitap ile Evlilik ve Ehl-i Kitabın Kestiği Etin Yenmesi

Bir toplum içinde, değişik dinlere mensup insanların bulunmasından daha tabii bir şey yoktur. Zira bu, insanların ilahî bir lütuf olarak sahip oldukları hür iradelerinin doğal uzantısıdır. Farklı inançlara mensup olan bu insanlar arasındaki ilişkilerin şekillenmesindeki etkenlerden birisi de onların sahip olduğu inançlarıdır. Örneğin Hristiyan inancına göre, dünyada sadece Hristiyanlık ve küfür vardır. Kâfirler arasında ayrım gözetmemektedirler. Hristiyanlık içindeki mezhepler birbirlerine putperest gözüyle bakmaktadırlar.[1] Diğer din mensuplarını da tamamen dinsiz olarak görmektedirler.[2] Dolayısıyla Hristiyanlık tarih boyunca tekdüze (homojen; mütecanis) bir toplumdan başkasını düşünmemiş[3] ve farklı unsurların bulunduğu (heterojen; gayr-i mütecanis) bir toplumda yaşama tecrübesi gösterememiştir.[4] Kur’ân-ı Kerîm, yaratılış gayesini Allah’a iman ve O’nun iradesine uygun yaşama olarak belirler[5] ve “emanet”[6] olarak nitelediği beşerî sorumluluğu kabul veya redde bağlı olarak insanları inananlar veya inanmayanlar diye iki gruba ayırır.[7] Ancak inançları bakımından gayrimüslimler:

  1. Semavi kitap sahibi olanlar (Ehl-i kitap),
  2. Kitap sahibi olup olmadıklarında şüphe bulunanlar (Sâbiîler, Mecusiler),
  3. Diğer inanç sahipleri olmak üzere üçe ayrılmıştır.[8]

Bu bağlamda “küfür” tektir, ama aynı değildir. Her birinin statüleri farklıdır. Biz burada bu inanç gruplarından Ehl-i kitap sayılanları ele alacağız.

 1) Ehl-i Kitabın Tanımı

Ehl-i kitap, biri ehl diğeri kitap olmak üzere iki kelimeden oluşan bir isim tamlamasıdır. Arapça (e-h-l) kökünden türeyen ehl; yoldaş, aile, evlenmek, yakın akraba ve dost anlamlarına gelir.[9] Kitap ise sözlükte yazmak, nikâh kıymak, dikmek, bağlamak, yazılmış olan şey, farz kılmak anlamlarında da kullanılmaktadır.[10] Ehl-i kitap terkibindeki kitaptan kastedilen, Allah Teâlâ’nın, peygamberleri vasıtasıyla kullarına gönderdiği bilgiler ve sözler bütünüdür.[11] Kitap kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de 230 defa zikredilir.[12] Ancak bazen Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil için de kullanılır.[13] “Ehl-i kitap” teriminde geçen “kitap” kelimesi ile Kur’an’ın dışındaki Tevrat ve İncil gibi, aslen kutsal olan kitaplar kastedilmektedir.[14]

Ehl-i kitap lügatte “kutsal kitap sahipleri, kendilerine kitap verilen insanlar” anlamına gelmektedir.[15] Ehl-i kitap tabiri Kur’ân-ı Kerîm’de tamamı Mekke döneminin sonları ile Medine döneminde inen ayetlerde olmak üzere 31 defa geçmektedir.[16] Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitap,

  1. Kendilerine kitap verilenler (Bakara suresi, 2:101, 144-145 Âl-i İmrân suresi, 3:19-20, 100, 186)
  2. Kendilerine kitapverdiklerimiz (Bakara suresi, 2:121, 146)
  3. Kendilerine kitaptan bir pay verilenler (Âl-i İmrân suresi, 3:23; Nisâ suresi, 4:4, 44) şeklinde ifade edilmektedir.[17]

Kur’ân-ı Kerîm’e ait bir terim olarak Ehl-i kitap; sonradan bozulmuş, değiştirilmiş bile olsa aslı itibarıyla ilahî olan bir dine ve vahye dayanan bir kitaba iman eden kimseleri ifade etmektedir.[18] Ancak genellikle İslami terminolojide Ehl-i kitap denilince, kendilerine semavi kitap verilen Yahudi ve Hristiyanlar anlaşılmaktadır. Ehl-i kitaba dair ayetleri incelediğimizde, Kur’an’ın Ehl-i kitaba yönelik tavrında: Bilgilendirme/hatırlatma, cedel/tenkit ve çağrı[19]olmak üzere üç tür yaklaşımdan söz edilebileceğini görürüz. Şunu hemen ifade edelim ki, Ehl-i kitabın Kur’an’da yer alışları, kahir ekseriyetle olumsuz yöndendir.[20]

2) Ehl-i Kitabın Kapsamı

Ehl-i kitap tabirinin kapsamını belirleyebilmek için ilahî kitapların kimlere verildiğini tespit etmek gerekir. Kur’ân-ı Kerîm’de ilahî kitaplarla ilgili temel kavramlar, ayet/ayat, beyyine/beyyinat, furkan, kırtas/karatis, kitab/kütüb, sifr/esfar, suhuf, zikir, zübür kelimeleridir. Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen kitaplar ise şunlardır:

  1. Suhufu İbrâhim: Kur’ân-ı Kerîm’de sekiz defa geçen suhuf kelimesi, sadece iki defa Hz. İbrâhim’e nispet edilir ve her ikisinde de Hz. Mûsâ’ya atfedilen suhuf ile beraber zikredilir.
  2. Suhufu Mûsâ: Suhufu Mûsâ, Hz. İbrâhim’e verilen suhuf ile birlikte Kur’an’da iki defa zikredilmiştir.
  3. Tevrat: Kur’an’da bir ilahî kitap olan Tevrat’ın on sekiz ayette bahsi geçmekte, bir defa da ismi zikredilmediği hâlde ondan söz edilerek muhtevası hakkında bilgi verilmektedir.
  4. Elvah: Kur’an’da sadece bir defa müfred olarak ve Levh-i Mahfuz tamlaması hâlinde geçen bu kelime, diğer dört yerde çoğul olarak yer alır. Bunlar da –Levh-i Mahfuz hariç– Hz. Mûsâ (a.s.)’a verilen levhalar anlamındadır.
  5. Zebur: Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Dâvûd (a.s.)’a verilen kitabın özel adı olarak geçmektedir.
  6. İncil: Kur’ân-ı Kerîm’de on iki defa geçen İncil, Hz. Îsâ (a.s.)’a verilen ilahî kitabın adıdır.
  7. Zübürü’l-Evvelin: Öncekilerin kitapları anlamındadır ve bundan Hint kutsal metinleri olan Puranaların kastedilmiş olabileceği de iddia edilmektedir.[21]

Müslümanlar dışındaki din sahipleri için kullanılan Ehl-i kitap kavramının, Yahudi ve Hristiyanları kapsadığı konusunda ittifak vardır. Ancak Yahudi ve Hristiyanların dışındaki inanç sahiplerinin bu kavramın içinde olup olmadığı konusunda İslam âlimleri arasında farklı görüşler söz konusudur:

  1. Hanefîlere göre Ehl-i kitap; vahye dayalı bir kitabı olan ilahî bir dine mensup kimselerdir. Bu sebeple Tevrat ve İncil’e inananlar Ehl-i kitap olduğu gibi, Hz. Şît (a.s.)’ın sahifeleri, Hz. Dâvûd (a.s.)’ın Zebur’u da bu terimin kapsamına girmektedir.[22]
  2. Şâfiî, Hanbelî ve Malikîlere göre ise bu terim, sadece Yahudi ve Hristiyanları ifade eder; diğer kitap mensuplarına şamil değildir.[23]

Bu üç mezhebin âlimleri, Kur’an’da “Kitap yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi.”[24] ayetini Ehl-i kitap teriminin sadece Yahudi ve Hristiyanları ifade ettiğine, diğerlerine işaret etmediğine delil saymışlardır.[25] İlk müfessirler de bu görüştedirler.[26]

Zira Hz. Dâvûd (a.s.)’a indirilen Zebur, birtakım kasideler, vaazlar ve ilahilerden ibaretti. Onda Allah’a tesbih, sena ve dua yer alıyordu. Hükümler, emirler, yasaklar yoktu. Hz. İbrâhim (a.s.)’a, Hz. Şît (a.s.)’a ve diğer peygamberlere indirilen sahifelerde de hükümler yoktu, sadece birtakım öğütler ve meseller vardı.[27]

Genel anlamda kabul edilen görüşe göre Ehl-i kitap “Yahudiler ve Hristiyanlardır.”[28] İslam öncesi dönemde ve Kur’an’ın indirilmesi dönemlerinde Arapların Ehl-i kitap terimini Yahudilerle Hristiyanların dışındaki diğer herhangi bir dinî grup (örneğin Mecusiler ya da Sâbiîler) için kullandıklarına dair hiçbir delil yoktur. Oysa erken dönem İslam tarihinde bu terimin kapsamının genişletildiği ve başta Sâbiîler olmak üzere diğer çeşitli dinî grupların da bu terim kapsamına sokulduğu bilinmektedir.

Bu yaklaşımın temel dayanağı, Ehl-i kitap teriminin yalnızca Yahudileri ve Hristiyanları kasteden bir ıstılah olmadığı, genel anlamda kitap sahibi olanlara yönelik bir tanımlama olduğu kanaatidir. Dolayısıyla kutsal kitabı olan ya da olduğu düşünülen her dinî grup Ehl-i kitap kategorisinde görülmüştür.[29]

Bunun temel sebeplerinden biri, Kur’ân-ı Kerîm’de Yahudilik ve Hristiyanlığın dışında Sâbiîlik, Mecusilik gibi ilahî olmayan başka dinlerden de söz edilmesi ve bu dinlerin kendilerince bir kitaba sahip bulunması, diğeri de İslam açısından siyasi, iktisadi ve sosyal şartların bunu gerekli kılmasıdır.[30] Kur’ân-ı Kerîm’in Ehl-i kitap tanımlamasına göre, Ehl-i kitap terimi ile Kur’an’ın indiği dönemde Hicaz’ın kuzeyinde ve güneyinde bulunan Hristiyan ve Yahudi cemaatler kastedilmektedir.[31]

 3) Sâbiîler

Arapçada, “Sa-be-e” kökünden gelmektedir. Kelime olarak “Sabee”, “çıktı” veya “meyletti”[32] manasına gelmektedir. Terim olarak da bir dinden çıkıp diğer bir dine giren kimse için kullanılmaktadır.[33] Kur’ân-ı Kerîm’de, Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte zikredilen bir topluluk olarak üç yerde Sâbiîlerden bahsedilir.[34] Örneğin Bakara suresinde, “Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sâbiîler’den Allah’a, ahiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin Rableri katında mükâfatları vardır…”[35] Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen Sâbiîlik hakkında ayet ve hadislerde detaylı bilgi yoktur. Ayetlerde zikredilen Sâbiîlerin kimler olduğu hakkında müfessirlerimiz değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu ayetlerde inançları, peygamber ve kitapları hakkında bilgi verilmez. İlk iki ayette Allah (c.c.) Sâbiîleri Ehl-i kitapla beraber zikrederken, son ayette ise Ehl-i kitapla beraber Mecusiler ve müşrikleri de zikreder.

Sâbiîlerin menşelerinin ne olduğu üzerinde ihtilaf edilmiş, onları Hz. Nûh (a.s.)’a, Şît (a.s.)’a ve İbrâhim (a.s.)’a ulaştıranlar olduğu gibi, yine onları kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hristiyanlığa intisap ettirenler de vardır. Fakat hakikat olan şey, onların çok eski bir dine sahip olmalarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesinden de anlaşıldığına göre, Sâbiîler hususi dinleri olan bir cemaattir. Zira onlar, orada müstakil din sahipleri arasında zikredilmişlerdir.[36]

Elmalılı Hamdi Yazır’ın beyanında olduğu gibi, Sâbiîliğin esas itibarı ile münzel bir din olması muhtemeldir. Ancak zamanla felsefi ve siyasi etkiler çerçevesinde bozulma ve sapmalara uğramış ve bir gizlilik, Bâtınîlik özelliği kazanmıştır. Sâbiîler, ilk Sâbiîler ve sonraki Sâbiîler olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki ekolün arasında müşterek oldukları noktalar yanında birbirlerinden ayrıldıkları birtakım noktalar da vardır.

İlk Sâbiîlik, Hindistan, Eski Mısır, Suriye ve Keldânîlerin tabi oldukları bir ekoldü. Eski Yunan ve Rum dinleri de bu inanç ekolünün bir yansımasından ibarettir. Sonraki Sâbiîler, İsrail, İran, Yunan ve Roma gibi değişik kültürlerin tesiri altında şekillenen Süryanî ve Keldânî Sâbiîleridir.[37] Sâbiîlerin bir taraftan müşrik, diğer taraftan da Ehl-i kitaba benzer bir görünüm ortaya koymaları, fakihler arasında bunlar hakkında verilecek hüküm konusunda ihtilafa sebep olmuştur ve bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Sâbiîler ilk dönem İslam kaynaklarında Ehl-i kitaptan kabul edilmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İbn Kesîr de tefsirinde Sâbiîlerin bütün peygamberlere inandıklarını nakleder. Bazılarına göre Yahudilik’ten ve Hristiyanlık’tan dönüp de meleklere ibadet edenlere Sâbiî denir.

Sâbiîler, Mücâhid ve Hasan el-Basrî, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre yıldızlara ibadet eden topluluktur. İmam Evzâî ve İmam Malik’e göre ise Sâbiîler, kitapları olmaya müşriklerden bir topluluktur. İbn Kudâme ise, “Durumlarına bakılır; bir peygambere ve kitaba inanıyorlarsa Ehl-i kitaptan sayılır, inanmıyorlarsa Ehl- kitaptan sayılmaz.” der.[3]

Anlaşılıyor ki, Sâbiîlik, esas itibarıyla münzel olması melhuz ve fakat zamanın geçmesiyle muhtelif dinî, felsefi ve siyasi tesirler altında kalarak değişikliğe uğramış ve gizlilik iktisap etmiş bir mezheptir. Bu bakımdan mezhep tarihçileri onları incelerken ilk ve sonraki Sâbiîler diye ele almaktadırlar. İlk Sâbiîler daha ziyade Keldânîler ve Süryanîlerdir.[39] Sâbiîlerin hem Ehl-i kitap denilebilecek cihetleri, hem de putperestliğe ve müşrikliğe işaret eden yönleri vardır. Bu hususiyetlerinden dolayı farklı görüşler söz konusudur. Kur’ân-ı Kerîm’de onların müstakil olarak zikredilmesi, ayrı bir dine sahip olduklarını düşündürmektedir.

Görüldüğü gibi ihtilaf, Sâbiîlerin puta tapıp tapmadıklarını gözlemleyip tespitle alakalıdır. Eğer Sâbiîler, bir kutsal kitap kabul edip tek Allah’a inanıyor, tahrif edilmiş de olsa kendilerini bir peygambere nispet ediyorlarsa, ancak bu şartlarla Ehl-i kitap kabul edilebilir. Ancak bunun inkiraz bulduğu görüşü ağır basmaktadır.

4) Mecusiler

“Mecus” kelimesi Kur’an’da bir ayette geçer.[40] Mecusiler ateşe tapanlardır. Mecusi çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik ayinine sebep olduğundan “ateşperestlere” bu isim verilmiştir.[41] İslam öncesi dönemde Hicaz civarında yaşayan Mecusilerin Ehl-i kitaptan sayılması konusunda birtakım farklı görüşler ileri sürülmüştür.

  1. İbn Hazm’a göre Mecusiler de Ehl-i kitaba dâhildir.[42] Gerekçesi hadîs-i şerifteki şu umumi ifadedir: “Mecusilere Ehl-i kitap muamelesi yapın.”[43] Hz. Ali (r.a.)’dan gelen rivayette de Mecusiler Ehl-i kitaptan sayılmışlardır.[44]
  2. Şehristânî’ye göre Mecusilerin Ehl-i kitap olmaları şüphelidir.[45]
  3. Müslüman âlim ve araştırmacıların çoğunluğuna göre Mecusiler Ehl-i kitap değildir.[46] Gerekçeleri ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen, “Mecusilere Ehl-i kitap muamelesi yapın.”[47] rivayetini Mecusilerin Ehl-i kitap olmadığına delil göstermeleridir. Sahabenin ve başlarında Hz. Ömer (r.a.)’ın Mecusilerden cizye alma konusunda duraklamış olmasını bu görüşü güçlendirici delil saymışlardır.[48]

Diğer bir rivayette ise, Hz. Peygamber (s.a.v.) Mecusilere kestiklerinin yenilmemesi, kadınlarıyla evlenilmemesi şartıyla kendilerine cizye konularak Ehl-i kitap muamelesi yapılmasını istemiştir.[49] O hâlde Mecusilere Ehl-i kitap muamelesi yapılması, sadece onlardan cizye Kabul edilmesi anlamındadır,[50] demişlerdir. Genel kabule göre Mecusiler, cizye gibi bazı hususlarda Ehl-i kitap ile aynı muameleye tabi tutulsalar da Ehl-i kitap sayılmazlar.[51]

Mecusilerle ilgili bu yaklaşım, İslam tarihinin ilerleyen dönemlerinde tüm gayrimüslimlere yönelik genel bir kanaat hâline dönüşmüştür. Yanlızca Kur’an’da kendilerinden bahsedilen Sâbiîler ve Mecusiler değil, paganist Harranlılardan Hindulara kadar, İslam toplumunun egemenliği altında yaşayan birçok dinî grup, hukuken Ehl-i kitap statüsüne tabi tutularak ehl-i zimmet sayılmıştır.[52]

5) Eski Dinler

Kur’ân-ı Kerîm ateizme ve politeizme şiddetle karşı çıktığı hâlde, nüzulü sırasında dünya üzerinde mevcut olan dinlere temas etmemiştir. Bununla birlikte, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı ifadelerin Budizm’e ve Hinduizm’e işaret ettiğine dair rivayetler bulunur. Buna göre, Kur’an’da adı geçen Zülkifl’in Kapilavestulu[53] Buda’yı, Tîn suresindeki “Tîn” kelimesinin, Buda’nın altında nirvanaya ulaştığı incir ağacını, “Zübürü’l-evvelin” terkibinin de Hint kutsal kitaplarından puranalara bir telmih olduğu ifade edilmektedir.[54] Bu görüşün gerekçelerinden bir tanesi de, “Sizden önce kendilerine kitap verilenler” ayetinin mutlak oluşuna dayandırmaktadırlar.

 

Çağdaş müelliflerden M. Reşid Rıza da bu görüşü benimsemekte ve bir adım daha ileri giderek şunları söylemektedir: Mecusiler, Sâbiîler, Hind ve Çin putperestleri ve Japonlar gibi milletler de semavi birer kitaba sahip idiler ve tevhit içinde yaşıyorlardı. Yahudi ve Hristiyanların kitaplarına gelen tahrif felaketi gibi, bunlar da tahrifata uğradı. Dolayısıyla bu milletler de Ehl-i kitap kapsamına dâhildirler.[55]

Konuyla ilgili Nisâ suresinin 163 ve 164. ayetlerini yorumlayan İzzet Derveze, Hindistan’daki dinler ve kitaplar hakkında bilgi vermektedir. Öte yandan, İslam’ın o beldelere ulaşması, Hindistan’da bulunan dinlerin Ehl-i kitabın niteliklerini taşıması sebebiyle, Müslümanlar tarafından kitaplı kabul edilerek, hanımlarıyla evlenilmiş ve karşılıklı iyi ilişkiler neticesinde İslam’ın tanınmasına yardımcı olunmuştur.[56]

Aynı konu ile alakalı olarak çalışma yapan bazı günümüz araştırmacılarına göre, Ehl-i kitap kavramı, yalnızca Yahudi ve Hristiyanları kapsar. Zira Araplar, Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte Mecusiler, Sâbiîler ve Haniflerin de bulunduğu bir coğrafyada yaşamalarına rağmen, yalnızca ilk iki din mensubunu kitap ehli olarak tanırlardı. Günümüz dinler tarihi araştırmaları da gösteriyor ki, gerek Mecusilerin gerekse Sâbiîlerin kutsal kitap ve dinî gelenekleri, en az onlar kadar köklü bir dinî yapıya ve tarihî geçmişe sahiptir. Buna rağmen Arapların ve özellikle de Kur’an’ın, Ehl-i kitap kavramı yalnızca bu iki din mensuplarına has, özel bir deyim olarak kullanması, Allah nezdindeki kutsal kitap ve risalet geleneğinin bunların tarihî geçmişleriyle bir bütünlük arzettiğini göstermektedir. Zira Araplarla yakın ilişki içerisinde olan İranlı Mecusilerin ya da Sâbiîlerin dinî geleneklerinin (kutsal kitapları ve varsa peygamberinin) Kur’an tarafından onaylanmaması ve hatta bunlara hiç atıfta bulunulmaması, bu görüşümüzü destekleyen mantıki nedenlerdir. Ayrıca, İslam’ın iki temel kaynağı durumundaki Kur’an ve sünnetteki ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere, gerek Kur’an’da gerekse sünnette, Yahudi ve Hristiyanların dışındaki din mensuplarının, hiçbir şekilde, kitap ehli olarak nitelendirildiği görülmemektedir.

İslam âlimleri arasında bu konudaki görüş ayrılıkları kanaatimizce, diğer din mensuplarının, söz gelimi Sâbiîler ve Mecusilerin, inanç ve ibadet esasları konusunda Yahudi ve Hristiyanlara uyup uymadıkları noktasından kaynaklanmaktadır. Esasen bu da daha sonraki dönemlerde ortaya çıkmış bir tartışmadır.”[57]

Sonuç olarak, unutulmamalıdır ki, bu yorumlar ayetlerin işaretlerinden çıkartılmasının tartışmalı olduğu kadar, semavi bir dine inandıkları ve bir semavi kitaplarının var olduğu da bir o kadar zordur. Kaldı ki Ehl-i kitaptan kastedilenlerin Yahudiler ve Hristiyanlar olduğunu ispat eden Kur’an ayetlerinin varlığına rağmen, günümüzde hâlen Ehl-i kitabın statüsündeki tartışmalar bitmiş değildir.

6) Ehl-i Kitabın Şirk İlişkisi

 

Şirk ve küfür, birbirine yakın iki kavramdır. Küfür, daha genel; şirk, daha özeldir. İnanç esaslarından birini veya birkaçını inkâr küfürdür; birden fazla ilaha inanmak ise şirktir. Her şirk aynı zamanda küfürdür. Allah’a inanmamak küfür olduğu gibi, bazen küfre alamet olan şeylere de küfür denir. Yıldızlara, putlara, ateşe ibadet etmek, peygamber öldürmek; haramı helal, helali haram saymak da küfür alameti kabul edilmiş ve bunları yapanlar kâfir sayılmıştır.

Ehl-i kitabın müşrik sayılıp sayılmadığına dair iki görüş vardır:

  1. Abdullah İbn Ömer (r.a.), Ehl-i kitabı müşriklerden kabul eder ve gerekçe olarak, “Mesih ve Üzeyr

Allah’ın oğludur sözünden daha büyük bir şirk bilmiyorum.” der. Devamında şu ayeti ekler: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”[58]

  1. Cumhûrü’l-ulemâya göre Ehl-i kitap, müşriklerden sayılmazlar ve farklı bir statüye sahiptirler.[59] Gerekçeleri ise şunlardır: İlk olarak, Kur’ân-ı Kerîm onları ayrı mütalaa etmiştir. “Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecusiler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”[60] Ayette geçen grupların her biri atıf yoluyla ayrı ayrı zikredilmiştir. Arapça dil biliminde atıf, farklılık ifade eder. Kendisine atfedilen ile atfedilenin her ikisi arasında hükümde ortak nokta olmakla birlikte, birbirlerinden farklı olmalarını gerektirir. Yani atıf harfleri ile atfedilen iki veya daha fazla kavram arasında mahiyet farkı olduğu bilinmektedir.[61] Aksi takdirde, aynı şeyi birbirine atfetmek, anlamsız bir tekrar olacaktır. Kur’an için böyle bir şey düşünülemeyeceğine göre, Ehl-i kitap ile müşriklerin farklı kavramlar olduğunu kabul etmek zorunludur.

7) Ehl-i Kitabı Müşriklerden Ayıran Özellikler

  1. Vahye Dayalı Kitaplarının Olması

Kitabın önemi, aklın yetişemediği konularda insanlara doğru bilgi veren, hak yolu gösteren tek kaynak olmasından gelmektedir. Tarih boyu geçirilen tecrübeler göstermiştir ki, yalnızca akıl ve vehim kaynağına dayalı bulunan dinler, hak dinden en uzak, dolayısıyla “Allah, ahiret, ibadet, helal-haram…” konularında en fazla yanlış ve sapıklığı ihtiva eden dinler olmuştur.

İlahî vahiy mahsulü olan bir kitaba dayanan dinler ise, zaman içinde kitapların aslı kaybolduğu, bunlara insanlar tarafından ilaveler yapıldığı veya bazı kısımları çıkarıldığı için değişmiş bile olsa, hak dine en yakın dinler olmuşlardır. Ayrıca bu dinlere tabi olanlar da gerçek dine, iman konusunda daha yatkın olagelmişlerdir. Bu son hüküm tartışmaya müsait ise de, kitaplı dinlerin, diğerlerine nispetle hak dine daha yakın bulundukları, arada önemli ölçüde ortak noktaların bulunduğu şüphe götürmez bir gerçektir.[62]

Müşriklerin Allah’a inancının varlığı, putları Allah’a ulaşmak için bir aracı kabul etmeleri[63] ve bir tehlike anında Allah’a dua ettikleri bilinmektedir.[64] Ehl-i kitap ile ilgili bu ortak özelliklere rağmen gerçek müşrik, Allah’ın birliğine, eşsiz ve benzersiz oluşuna iman etmeyen, tam aksine Allah’ın birden fazla olduğuna iman eden kimsedir. Müşrikler genellikle kâinattaki tasarrufları, inandıkları birden fazla tanrı arasında paylaştırır, ibadetlerini de buna göre yaparlar.

  1. Dinlerinin Aslının Semavi Olması[65]

Tahrife uğrasa da ilahî dinler temel inanç esaslarını kaybetmemişlerdir. Örneğin Allah inancı, kitap inancı, peygamber inancı, ahiret inancı gibi.[66]

  1. Ehl-i Kitabın Akidesinde Şirk Söz Konusu Olsa da Mutlak Manada Şirk Olmaması

Ehl-i kitap inancının aslı tevhittir, şirk sonradan arız olmuş ve ne kadar tahrif edilse de tevhidin izleri yok olmamıştır. Bu konuda merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır şunları söylemektedir: “Müşrik, Kur’an dilinde iki anlama gelir; biri zahirî, diğeri hakikidir. Zahirî anlamda müşrik, açıktan açığa Allah’a ortak koşan, birçok ilahın varlığına inanandır. Bu anlama göre, Ehl-i kitaba müşrik denmez. Hakiki müşrik de, hakikaten tevhidi ve İslam dinini inkâr eden, yani mümin olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar da müşriktir. Zira bunlar, görünüşte tevhit iddialarına rağmen hakikatte Allah’a çocuk isnat ederler. Hristiyanlar, ‘teslis (üçleme)’ düşüncesine sahiptirler ve ‘Mesih, Allah’ın oğludur.’ derler. Yahudiler de, ‘Üzeyr, Allah’ın oğludur.’[67] derler. Böyle demekle beraber tevhit iddiasında da bulunurlar. Dolayısıyla her ikisi de görünüşte müşrik değilseler de, hakikatte müşriktirler.”[68]

Fakat İslam, Ehl-i kitaba daha mutedil yaklaşmaktadır. Başta Hz. Peygamber (s.a.v.) olmak üzere, dört halife ve müçtehit imamlar, Ehl-i kitabın, kitapları tahrif edilmiş olmasına ve tevhit inancından sapmış olmalarına rağmen özünde, tevhit inancından izler taşıdığından farklı statüde değerlendirmişlerdir.

Günümüz Ehl-i kitabına gelince, Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitap olarak ifade edilen din mensupları, temel özelliklerinden çok şeyler kaybetmelerine rağmen, Allah tarafından gönderildiğine inanılan kitapların olduğu, Allah, peygamber ve ahiret inancına sahip olan din sahiplerine verilen bir isim olduğu anlaşılır.

Kur’ân-ı Kerîm’de, o zamanda mevcut olan Ehl-i kitabın özelliklerinden, inanç, âdet ve ibadetlerinden bahsedilmektedir. Bunlar arasında onların tevhidden saptıkları, kitaplarını değiştirdikleri, helal-haram çizgisine riayet etmedikleri gibi davranışları zikredilmektedir. Bu vasıfta olan kimselere Kur’ân-ı Kerîm, Ehl-i kitap dediğine göre, aynı çizgiyi devam ettiren Yahudi ve Hristiyanlara bugün de Ehl-i kitap demek, onları Ehl-i kitap olarak kabul etmek gerekliliğini de beraberinde getirecektir.[69]

8) Ehl-i Kitapla Evlilik

İslam ahkâmının genel hedeflerinden bir tanesi, bireyleri toplum içerisinde mutlu kılacak, toplum düzenini koruyacak ve insanlar arasında güven ortamını oluşturacak bir zemin oluşturduğunu açıkça görmek mümkündür. Bu güven ortamının sağlanması ancak sağlam ailelerin kurulması ve dolayısıyla sağlıklı nesillerin yetişmesi ile mümkün olduğundan, İslam’ın gerekli tüm önlemleri aldığı, bu doğrultuda prensip ve ilkeler koyduğu bir gerçektir. Çünkü aile, insanın huzur bulacağı bir yuva olduğu gibi insanlığın sosyal ve kültürel açıdan gelişimini ve sürekliliğini sağlayan çok önemli bir müessesedir.

Günümüz ailesinde birtakım yapısal değişiklikler meydana gelmiş, geleneksel geniş aile yerini karı koca ve çocuklardan oluşan çekirdek aileye bırakmıştır. Böyle bir ailede eşler arasındaki ilişkilerin iyi, düzenli ve uyumlu olması hem kendilerinin hem de yetiştirdikleri kişilerin ruh sağlığını olumlu etkileyecek ve dolayısıyla bu durum toplumla olan ilişkilerine de yansıyacaktır.

Evlenmede dinin ön plana çıkarılması, tesis edilmesi hedeflenen ideal aile düzenine şekil ve ruh vermesi sebebiyledir. Çünkü ailenin asli fonksiyonlarından birisi de, dünyaya gelen çocuklara müspet bir kimlik kazandırmak ve kültürün intikalini sağlamaktır. Aynı inancı paylaşmaları durumunda evli çiftlerin hem uyumları, hem de aileden beklenen sosyal fonksiyonları gerçekleştirmeleri kolaylaşacaktır. Farklı dinlere mensup kişilerin evliliğinde ise eşler, muhtemelen bir kültür çatışması yaşayacak ve dünyaya gelen çocuklara her biri, genellikle kendi inanç ve kültürünü aşılamaya çalışacaktır. Alacağı farklı dinî-ahlaki terbiyenin ise hem çocuğun kendisini hem de anne babayı olumsuz yönde etkileyeceği, bu durumun ise hem aile içi ihtilaflara hem de sosyal çatışmalara sebep olacağı kuşkusuzdur. Bu nedenle din farkından doğan evlenme engeli ile ilgili hukuki düzenlemelerin arka planında sosyal ve psikolojik zaruretlerin bulunduğu düşünülebilir. Asıl olan, aynı dine mensup insanların birbiriyle evlenmesidir. Farklı dinlere mensup olan kişilerin evliliği ise arizi ve istisnai bir durum olarak kabul edilebilir.[70]

Yahudilik ve Hristiyanlık ’ta da din farklılığı, bir evlenme engeli olarak kabul edilmiştir. Ancak İslam dininin, diğer din mensupları ile evliliğe tanıdığı sınırlı müsaadeye karşılık, Yahudilik ve Hristiyanlık’ta böyle bir müsaadede bulunmaması dikkat çekmektedir.[71] Dolayısıyla İslam, son din olması hasebiyle de, Yahudilik ve Hristiyanlığı kendi bünyesine farklı yollarla yaklaştırmış ve daha müsamahalı davranmıştır.

İslam hukukunda evliliğin geçerli olabilmesi için sürekli veya geçici evlenme engellerinden[72] birinin bulunmaması gerekir. Aksi takdirde nikâh akdinin geçerlilik şartlarından birinin bulunmaması, akdin hükümsüz sayılmasına sebep olur. İslam eş seçiminin önemine binaen konuya özel eğilmiş, evlenme engellerinden birinin bulunmaması hâlinde evlilikte önceliklerin nasıl olması gerektiğini ayetlerle vuzuha kavuşturmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de ilk olarak, Müslüman bir erkeğin ancak kendi gibi bir Müslüman kadınla evlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Gücü yetmez ise Müslüman bir cariyeyi tercih etme veya iffetli Yahudi ve Hristiyan (Ehl-i kitap) kadınlarla evlenme yoluna gidilebileceği belirtilmiştir.[73]

9) Ehl-i Kitap Kadınlarıyla Evlenmenin Hükmü

Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki evlilik ilişkisi, temelde Müslümanların müşriklerle evlenmesini yasaklayan ayet kapsamında düzenlenmiştir. Çünkü genel anlamıyla her müşriğin kâfir olması sebebiyle, müşriklerle evlenme yasağı getiren ayetin, her türlü kâfir için yasaklayıcı bir delil olduğu açıktır. Ancak bu genel kuralın dışına çıkılarak Mâide suresinin 5. ayeti, iffetli ve namuslu olan Ehl-i kitap kadınları bu yasaktan istisna etmiş ve bunlarla evliliğe izin vermiştir.[74]

Müslüman erkeğin Ehl-i kitap kadınla evlenmesi konusuna ayetle izin verilmiş olsa da bu hükmün zamanın şartlarına göre tatbiki ve ayetin anlaşılmasındaki farklı yorumlar tartışma konusu olmuş, netice olarak da farklı görüşler ortaya çıkmıştır.

  1. Görüş: Ehl-i Kitap Bir Kadınla Evlenilmesi Caizdir

Âlimlerimizin büyük çoğunluğu bu görüştedirler. Bu görüşün delillerini zikrettikten sonra kendi aralarındaki iki eğilimi ele alacağız.

Bu görüşün delillerinden birisi şu âyet-i kerîmedir: “Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Hristiyanların) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir. Kim (İslami hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.”[75] Bu âyet-i kerîme, genel hükümden istisna yaparak Müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadınlarla evlenmelerini helal kılmıştır.

Diğer bir delil ise, sahabeden Hz. Osman (r.a.)’ın, Nâile bint Ferâfisa el-Kelbiyye adında bir Hristiyan kadınla evlendiği; Huzeyfe b. el-Yemân (r.a.), Talha b. Ubeydullah (r.a.) ve Ka’b b. Mâlik (r.a.)’ın da Yahudi kadınlarla evlilik yapmış oldukları rivayetidir.[76] Sahabeden hiç kimseden bu evliliklere itiraz edilmemiş olması, zımni olarak bu evlilikleri ikrar etmiş olduklarını göstermektedir. Bu nikâhın caiz olduğunu söyleyenler kendi aralarında iki gruba ayrılırlar:

  1. Mutlak caiz diyenler:Bu görüş İbn Cerîr et-Taberî ve diğer bazı âlimlerin görüşleridir.[77] Gerekçeleri ise ayette geçen “el-muhsanat” kelimesinin hür kadınlar anlamında tefsir edilmesidir. Buna göre Ehl-i kitap kadınların hür olmasının yanında bir başka şart gerekmemektedir.
  2. Şartlara bağlı olarak caiz diyenler:Cumhûrü’l-ulemânın benimsemiş olduğu görüş budur.[78] Bu şart ayette geçen “muhsanat” sözcüğüyle ifade edilir. Muhsanat sözünden maksat, iffetli olmalarıdır. Dolayısıyla iffetli olmayan Ehl-i kitaptan kadınlar bu ayetin kapsamının dışındadır.

Bu görüşü savunanlar arasında azımsanmayacak bir grup, böyle bir evliliği ihtiyatla karşılamışlardır. Hz. Ömer (r.a.), ahlak ve davranışlarından şüphe edildiği durumlarda onlarla evlenmeyi reddetmiştir. Fahreddin er-Râzî ise, bu iki görüşü cem eder ve “el-muhsenat” kelimesinin hem iffetli hem de hür olan Ehl-i kitap kadınları kapsayacağı görüşünü tercih eder.[79]

İbn Abbâs (r.a.) ise, zimmi olan ile harbî olanı birbirinden ayırır.[80] Çünkü harbî olan Ehl-i kitap düşman veya düşman taraftarı sayıldığından dolayı evlenmek mahzurlu görülmüştür. Gerekçesi ise, ayette şöyle buyurulmuş olmasıdır: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kavmin, Allah’a ve resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.”[81] Dolayısıyla iki zıt kutup arasında nasıl sevgi olabilir? Biri, Allah’a ve resulüne inanıyor, diğeri ise Allah ve resulüne düşman. Bu insanlar nasıl bir arada yaşayacaklar? Ebû Bekir el-Cassâs da bu görüşü tercih etmiştir.[82]

  1. Görüş: Ehl-i Kitap Bir Kadınla Evlenilmesi Haramdır

Ehl-i kitaptan bir kadınla evlenmenin haram olduğu görüşü, İbn Ömer (r.a.)’ın görüşüdür. İbn Ömer (r.a.)’ın Ehl-i kitabı müşrik sayması onun bu konudaki görüşünün temelini teşkil eder. İbn Ömer (r.a.)’a, Ehl-i kitap kadınla evlilik sorulduğunda: “Allah müşrik kadınları mümin erkeklere haram kılmıştır. Allah’ın kulu olduğu hâlde Hz. Îsâ’ya Rabbim demekten daha büyük şirk göremiyorum.”[83] karşılığını vermiştir. Kendisinin aşırı ihtiyatlı davranan bir sahâbî olarak bilinmesi de buna eklenebilir.

10) Müslüman Kadının Ehl-i Kitaptan Biriyle Evlenmesinin Hükmü

Müslüman kadının, müşrik veya Ehl-i kitap erkekle evlenmesinin haram olduğunda ilk dönemden günümüze, âlimlerimiz arasında hiçbir ihtilaf söz konusu değildir. Ancak günümüzde bazı araştırmacılar bu yasaklamanın mesnetsiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Güncel bir mesele olması hasebiyle, kısaca bu iddiayı da ele almayı uygun bulduk.

  1. Görüş: Gayrimüslim Bir Erkekle Müslüman Bir Kadının Evlenmesi Haramdır

Konu aslında icma konusu olduğundan İslam tarihi boyunca tartışmaya açılmamıştır. Bu duruma işaret eden deliller şunlardır:[84]

Müslüman bir kadının Ehl-i kitap erkekle evlenmesinin yasak olduğu görüşünün dayandırıldığı ayetler, gayrimüslimler ile evliliği yasaklayan genel ayetlerdir. Bakara suresi 221. ayetinin müşriklerle; Mümtehine suresi 10. ayetinin de hem müşriklerle, hem Ehl-i kitapla, hem de diğer inanmayanlarla Müslüman kadının evliliğini yasaklamış olması gibi. Ancak daha sonra gelen Mâide suresinin 5. ayetinin, iffetli olan Ehl-i kitap kadınları bu yasaktan istisna etmiş olması, bu istisna dışında kalan konuların genel hükme tabi olmasını etkilemez.

“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”[85]

Yukarıda zikredilen ayette, “Müslüman kadınların kâfirlere helal olmadığı” açık ifadelerle belirtilmiştir. Kâfir lafzının içine Ehl-i kitap erkekler de girmektedir.

Bu ayetlerde genel düzenleme söz konusu olduğundan bunu tahsis edecek veya neshedecek bir delil bulunmadığı sürece genel hüküm geçerli olacaktır. Diğer taraftan kâfirlerin Müslümanlar üzerinde velayet bağını kurmaları yasaklanmıştır. Bu konunun dayanağı Nisâ suresinin 141. ayeti olan, “Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” ayetidir. Bu ayete binaendir ki, Müslüman bir kadının kâfir bir erkekle evlenmesi, kâfirin Müslüman üzerinde velayet kurması manasına geleceğinden, nasla yasaklanmıştır.[86] Dolayısıyla, Müslüman kadının Ehl-i kitaptan birisi ile evlenme yasağı, bizzat Kur’an nassı ile sabit olmuş ve asırlarca üzerinde icma meydana gelmiştir.

  1. Görüş: Müslüman Kadının Ehl-i Kitaptan Bir Erkekle Evlenmesi Meşrudur

Bu görüşte olanlar yukarıda da ifade edildiği gibi günümüzdeki bazı araştırmacılardır. Bunların iddiaları şöyledir:

  1. Naslarda açık bir yasaklama yoktur, bu konuda zorlama tevillere dayanılmaktadır.
  2. Fakihler, kadınları daha aşağı bir sınıfta değerlendirmişler; bunun neticesinde de böyle bir hüküm ortaya çıkmıştır.
  3. Her dönemin sosyo-kültürel durumuna göre bu hüküm düzenlenebilecek bir konudur.[87] Bu görüş sahiplerinin ciddi sayılabilecek gerekçesi ise, sadece bu konuda açık bir yasaklama bulunmadığı iddasıdır ki, bu konuda da şunları ifade edebiliriz:

Müslüman kadınların, müşrik ve kâfirlerle evlenemeyeceği hakkında müstakil bir ayet bulunmakla birlikte, özellikle Ehl-i kitap erkeklerle de evlenemeyecekleri hakkında müstakil bir ayetin bulunmadığı doğrudur. Ancak, hukuk melekesi olan herkesin kabul edeceği gibi, bazı hükümler, bizzat kanun metninde sarahaten bir dayanak bulurken, bazı hükümler ise, hukuk metinlerinin muktezası olarak ya da hukuk metinlerinin iç bütünlüğü veya siyak sibakının tutarlılığı için kaçınılmaz sonuç olarak ortaya çıkarlar. İslam hukukçuları bu hükme şu yolu izleyerek ulaşmışlardır: Kur’an kâfirlerin iki grup olduğunu, bir grubunun müşrik, diğerlerinin ise Ehl-i kitap olduğunu beyan etmektedir.[88] Kur’an, Müslüman kadın ve erkeğin, hem müşrik hem de kâfirlerle evlenemeyeceği hakkında genel bir hüküm koymuştur.[89] Peygamberliğin sonlarına doğru, Kur’an mesajlarının tamamlanmasına yakın bir dönemde ise Müslüman erkeklerin iffetli olan Ehl-i kitap kadınlarla evlenebilecekleri şeklinde istisnai bir hüküm getirmiş olup[90] Müslüman kadınlar hakkında ise yeni bir hüküm getirilmemiştir. Konu hakkındaki genel yasak, sonradan gelip Müslüman erkeğin Ehl-i kitap kadınla evliliğini istisna eden ayetle tahsis görmesine rağmen, Müslüman kadının da bu yasaktan istisna edildiği hakkında bir nas bulunmadığına göre, Müslüman kadının Ehl-i kitapla evlenememe yasağı; “kâfirlerle, müşriklerle evlenmeyin” şeklindeki ayetler mucibince devam etmektedir.[91]

11) Ehl-i Kitabın Kestikleri

Müfessirler, “Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği sizin için helaldir.”[92] ayetindeki “yiyecek”ten maksat, kitap ehlinin kestiği hayvanlardır şeklinde tefsir etmişlerdir. İlim ehli de Ehl-i kitabın kesmiş olduğu hayvanların Müslümanlara helal olduğu konusunda icma etmiştir.[93] Ancak bu helalliğin şartları konusunda âlimlerimiz farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Buna göre:

  1. Âlimlerin kahir çoğunluğuna göre, Ehl-i kitabın kestiği hayvanların etinin yenmesi ancak Müslümanların kesim usulüne uyulması şartıyla caizdir. Bu görüşü savunan âlimler tezkiyedeki asgari şartların yerine getirilmesinde ittifak etmişlerdir. Ancak kesim anında Allah’ın adının anılmasının şart olup olmadığı konusunda farklı içtihatlarda bulunmuşlardır. Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre, şeri usule göre kesilmiş ve boğazlanırken üzerine Allah’ın adı anılmış olmalıdır. Çünkü Yüce Allah, “Allah’tan başkası adına boğazlanan… size haram kılındı.”[94],  “Üzerine, Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan (onların etlerinden) yemeyin.”[95] buyurarak Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerini yemeyi yasaklamıştır. Bu ayetler umum olduğu için, Müslümanın ve Ehl-i kitabın, Allah’ın adını anarak kestikleri helaldir. Şâfiî ve Malikîlere göre, bir kitabi tarafından kesilen hayvanın helal olması için Allah’ın adını anması şart değildir. Ancak Allah’tan başkasının adı anılmamalıdır.[96]
  1. Ehl-i kitabın kendi dinlerine göre helal kabul ettikleri usul, Müslümanların da helal saymalarına yeterlidir. Müslümanlarda aranan şartlar Ehl-i kitap için zorunlu değildir. Bu görüşe göre, İslam’ın yenmesini caiz gördüğü bir hayvanı Ehl-i kitap olan Hristiyan veya Yahudi birisinin kendi inancına uygun bir şekilde boğazlaması Müslümanlar için de yeterlidir. Kendi dinlerine göre o etler yenmez ise Müslümanlar da yiyemezler. Bu görüşü bariz olarak ilk savunan âlimler Malikîlerden İbnu’l-Arabî,[97] muasır ulemadan Muhammed Reşid Rıza[98] ve günümüz âlimlerinden Yusuf el-Kardâvî’dir.[99] Bu görüş sahiplerinin temel gerekçesi ise ayetin umum olmasıdır.

 

 

 

[1]     S. M. Taher Razwi, Parsis, A People of the Book, Imperial Art Cottage, (Calcutta: 1928), s. 6; Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlık, (Ankara: Emel Matbaası, 1988), s. 164-5.

[2]     Ebu’l-Fazl İzzetî, İslam’ın Yayılış Tarihine Giriş, çev. Cahit Koytak, (İstanbul: Orhan Ofset, 1984), s. 43, 51; Sergio Fignedoli, “Katolik Kilisesi ve Musevî ve İslam İnançları: İbrahimî Trialoğu”, İbrahimî Dinlerin Diyaloğu, R. Farukî (ed.), çev. Mesut Karaşahan, (İstanbul: Yıldızlar Matbaası, 1993), s. 26.

[3]     Yusuf el-Kardâvî, Gayru’l-Müslimîn fi’l-Müctem’ai’l-İslâmî, (Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1992), s. 74-5.

[4]     Duran Terzi, İslam Hukukunda Ehl-i Kitab Statüsü, s. 1.

[5]     Bakara suresi, 2:21; Zâriyat suresi, 51:56; Mülk suresi, 67:2.

[6]     Ahzâb suresi, 33:72.

[7]     A’râf suresi, 7:87; Kehf suresi, 18:29; Teğâbün suresi, 64:22.

[8]    Ahmet Özel, “Gayri Müslim”, ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), VIII, s. 418.

[9]     İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, (Beyrut: Dâru ihyâi’t-turâsi’l-Arabi, 1997), I, s. 253; Tahanevi, Keşf Istılahat el-Funun, Thk. Refik acem, (Mektenet Lübnan), s.287.

[10]     İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VII, s. 22.

[11]    Hayrettin Karaman, “Ehl-i Kitab”,

http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (5 Mayıs 2014’te girildi).

[12]    M. Fuâd Abdülbâkî, el-Mu’cemü’l-Müfehres, Haz. M. Bessam, (Şam: Dâru’l-Fikr, 1995), s. 977-8.

[13]    Bkz. Bakara suresi, 2:2, 101; Hûd suresi, 11:1; Nisâ suresi, 4:163; Enbiyâ suresi, 21:105; Meryem, suresi, 19:30.

[14]     Râgıb, Müfredât, (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife), s. 26, 425.

[15]     Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1390/1975), II, s. 47.

[16]  Abdülbâkî, el-Mu’cemü’l-Müfehres, s. 167-170.

[17]  Remzi Kaya, “Ehl-i Kitap”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), X, s. 516.

[18]   Karaman, “Ehl-i Kitab”, http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (05 Mayıs 2014’te girildi).

[19]  İslâm Araştırmaları Dergisi, 14 (2005): 46. Bkz. Bakara suresi, 2:40, 47-48, 105, 109, 111, 113, 119, 120, 122, 123, 135, 140, 144, 145; Âl-i İmrân suresi, 3:14, 18, 51, 64, 82. vs.

[20]     Veli Ulutürk, Kuran’da Ehl-i Kitab, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1996), s. 7-8.

[21]     Şuarâ suresi, 26:196; Kaya, “Ehl-i Kitap”, ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), s. 516.

[22]     İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr,III, s. 370.

[23]     Abdülkerim Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyîn, (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1982), s. 12.

[24]     En’âm suresi, 6:156.

[25]     İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, s. 100.

[26]  Taberî, Câmi’u’l-Beyân, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1405 h.), VII, s. 93; Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, (Kahire: Dâru’ş-Şa’b), VII, s. 144; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1401 h.), II, s. 193.

[27]     İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, s. 100.

[28]    Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, Thk. M. Sadık Kamhavî, (Beyrut: Dâru İhyâi’tTürâsi’l-Arabî, 1405 h.), III, s. 327.

[29]    Ömer Faruk Harman, Ehl-i Kitab, s. 8, 11-12 Mart 2013’te 4. IGMG Din İstişare Kurulu Toplantısında yapmış olduğu bir sunum.

[30]      Kaya, “Ehl-i Kitap”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), X, s. 517.

[31]    Kur’ân Ehl-i Kitab Anlayışı, (Ankara: Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yayınları/4, 2004), s. 41.

[32]     İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, I, s. 107; Mu’cemu’l-Vasît, (Dâru’d-Da’ve, thk. Mecma’u’l-Luğati’l-Arabiyye), I, s. 505; Feyumî, Misbâhu’l-Munîr, (Beyrut: el-Mektebetu’l-İlmiyye), I, s. 332.

[33]     Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. baskı, 2000), III, s. 96.

[34]     Bkz. Bakara suresi, 2:62; Ayrıca Bkz. Mâide suresi, 5:69; Hac suresi, 22:17.

[35]     Bakara suresi, 2:62.

[36]    İsmail Cerrahoğlu, “Kur’an-I Kerim’de Sâbiîler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1962, c. X, s. 104.

[37]     Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (Eser Neşriyat, 1979), III, s. 1751.

[38]     Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. baskı, 2000), III, s. 96-8; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, III, s. 1751; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, s. 100; Abdülkerim Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyîn, s. 13-5.

[39]    İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı Kerim’de Sâbiîler, s. 115.

[40]    Hac suresi, 22:17.

[41]    Mecûsîler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. arsivbelge.com/yazi.php?sc=590.

[42]    İbn Hazm, el-Muhallâ bi’l-Âsâr, V, s. 37; İbn Hazm, el-Fasl fi’n-Nihal, (Kahire: Mektebetü’l-Hanci, IV, s. 8.

[43]     Mâlik, Muvatta, I, s. 278; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, (Beyrut: Dâru’l-Fikr), I, s. 331.

[44]    Şâfiî, el-Ümm, IV, s. 174.

[45]    Şehristânî, Milel, Dâru’l-Ma’rife, (Beyrut, 1404 h.), thk. M. Seyyid Keylani, c. 1, s. 208.

[46]     İbn Kudâme, Muğnî, c. 9, 264; Şîrâzî, el-Mühezzeb, (Beyrut: Dâru’l-Fikr), II, s. 250; Vehbe Zuhaylî, IX, s. 122; Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik, (Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-İslâmî, hicri 1313), V, s. 287.

[47]    Mâlik, Muvatta, I, s. 278.

[48]    Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. baskı, 2002), III, s. 171.

[49]    Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, s. 170; İbn Hacer, Telhîsu’l-Habîr, (Medine: 1964), III, s. 172.

[50]    Şâfiî, el-Ümm, IV, s. 241; Serahsî, el-Mebsût, (Beyrut: Dâru’lMa’rife), X, s. 166.

[51]     Serahsî, el-Mebsût, X, s. 119; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, II, s. 271.

[52]    Harman, Ehl-i Kitab, s. 9.

[53]    Kapilavastu: Hindistan’da Benares şehrinin 160 km kuzeyinde Lumbini adıyla da anılan bir yerleşim bölgesi.

[54]    Muhammed Hamidullah, Le Saint Coran, s. 375; Bkz. Hamidullah, Vesâik, s. 150.

[55]     Nihat Dalgın, “Müslüman Bayanın Ehl-i Kitab Erkek ile Evliliği”, İslam Hukuku Araştırma Dergisi, 4 (2004): 133.

[56]    Remzi Kaya, “Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Ehl-I Kitab ve İslâm”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 19 (Bahar 2005): 37.

[57]    Dalgın, “Müslüman Bayanın Ehl-i Kitab Erkek ile Evliliği”, s. 133.

[58]  Tevbe suresi, 9:31.

[59]  Serahsî, Mebsût, (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife), IV, s. 210.

[60]  Hac suresi, 22:17.

[61]  Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, (Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî), II, s. 118.

[62]     Karaman, “Ehl-i Kitab”, http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (5 Mayıs 2014’te girildi).

[63]     Zümer suresi, 37:3.

[64]     Mü’minûn suresi, 23:88.

[65]    İbn Teymiyye, Kütüb ve Resâil ve Fetâvâ, Thk. Abdurrahman en-Necdi, (Mektebetü İbni Teymiyye, 2. baskı), XXXII, s. 179.

[66]    İbn Kayyim el-Cevziyye, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, Tahkik: Yusuf Ahmed el-Bekri, (Beyrut: Dâru İbni Hazm, 1. baskı, 1997), I, s. 399.

[67]    Bakara suresi, 2:216; Yunus suresi, 10:68; En’âm suresi, 6:100; Nahl suresi, 16:57; Tevbe suresi, 9:30-31.

[68]     Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, s. 770.

[69]   Karaman, “Ehl-i Kitab”, http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (5 Mayıs 2014’te girildi).

[70] H. İbrahim Acar, “Evlenme Engeli Olarak Din Farkı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 39, s. 23.[71]     Şamil Dağcı, İslam Aile Hukukunda Evlenme Engelleri-II, s. 138.

[72]    Sürekli evlenme engelleri, kan, sıhriyet ve süt hısımlığı; geçici evlenme engelleri ise din farklılığı sıhri hısımlığı vs. Bkz. Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, s. 105-10.

[73]     Bakara suresi, 2:221.

[74] Ali Aslan Topçuoğlu, “Gayri Müslimlerle Sosyal İlişkiler Hakkında İslâm Hukuku Açısından Bazı Mülahazalar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3 (2010): 59.

[75]     Mâide suresi, 5:5.

[76]     Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, s. 16.

[77] Taberî, Câmi’u’l-Beyân, VI, s. 106.

[78]    Taberî, Câmi’u’l-Beyân, VI, s. 107; Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, (Kahire: Dâru’ş-Şa’b), VI,

  1. 79.

[79]     Fahredddin er-Râzî, Tet-Tefsîru’l-Kebîr, XI, s. 116.

[80]     Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, s. 18.[81]     Mücâdile suresi, 58:22.

[82]     Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, s. 19.

[83] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, s. 275.

[84] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, s. 275.

[85] Mümtehine suresi, 60:10.

[86] Zuhaylî, İslam Fıkıhı Ansiklopedisi, IX, s. 122-3.

[87] Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’ân’daki İslam, (İstanbul: 1994), s. 425-6; Hüseyin Atay, Kur’ân’a Göre Araştırmalar, (Ankara: 1997), I-III, s. 61-3.

[88]    Beyyine suresi, 98:1.

[89]     Bkz. Bakara suresi, 2:221; Mümtehine suresi, 60:10.

[90]     Mâide suresi, 5:5.

[91]    Dalgın, “Müslüman Bayanın Ehl-i Kitab Erkek ile Evliliği”, s. 146-7.

[92]    Mâide suresi, 5:5.

[93]    İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, s. 311.

[94] Mâide suresi, 5:3.

[95] En’âm suresi, 6:121.

[96] Nevevî, el-Mecmû’, IX, s. 78.

[97] İbnü’’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’ân, II, s. 555.

[98] Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr, VI, s. 196.

[99] Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve’l-Harâm, (el-Mektebü’l-İslâmî, 13. baskı), s. 61.