“Bayağı/hayvani arzularını tanrı edineni gördün mü?” (Furkan suresi, 25:43; Câsiye suresi, 45:23).
Çağımızın bilgelerinden merhum Aliya İzzet Begoviç ‘dolu bir mide ve boş bir kalbin en kötü kombinasyon’ olduğunu söyler. Midede hırs, tamah, sınırsız arzular ve tutkular yer alır. Kalpte ise kanaat, şükür, iffet (helal duyarlılığı), Allah’ın rızasını aramayı esas alan manevi enerji vardır.
İnsanın diğer canlılarla pek çok ortak yanı vardır. Ancak onlardan insanı ayıran iki özellik söz konusudur: Bunlardan birincisi hazlarını ve ihtiyaçlarını meşruiyet içinde gidermesi, ikincisi de başkası için yaşamayı başarabilmesi yani başkasının acısını hissedebilmesidir. Tolstoy’un dediği gibi “Her canlı kendi acısını hisseder, başkasının acısını hissedendir insan.” Dolayısıyla kalbin boşalıp kaskatı kesilmesi insanı diğer canlılarla aynı seviyeye düşürür. “Ahsen-i takvîm” ile “esfal-i sâfilîn” arasındaki çizgide durduğu nokta, insanın değerini belirler.
Arzularını tanrı edinmenin mecazi bir ifade olduğu söylenebilir. Burada nefsin telkini ya da baskısı ile Allah’ın “yapma” dediğini yapmak, haramları işlemek; “yap” dediğini yapmamak; emirlerini terk etmek sanki Allah’ı değil de nefsini tanrı edinmiş durumuna düşmek demektir. Zira Allah’ın dediğini değil nefsinin dediğini yapmıştır.
İnsanın bünyesi helallere ayarlı şekilde yaratıldığından hazlar ve ihtiyaçlar ancak helal dairede karşılanabilir. Helallerdeki hazlar hem daha tatmin edici hem de kalıcı özelliktedir. George Simmel ve Philip Zimbardo gibi psikologlar bunu bilimsel olarak da izah ederler. Buna göre asıl amaçtan feragat edilip bizzat kendisi amaç olarak kullanılan haz, yaşanmaya başlandığında yenisini uyandırır ve başka bir arayışı tetikler. Bu süreç, insanın tatmin duygusunu imkânsız hâle getirir. İçki, kumar, uyuşturucu, bilgisayar oyunları, dijital tutkular ve pornografi gibi bağımlılık alanları; sürekli yenilik, fantezi, hayal ve yeni hazlarla heyecanı tetikledikleri için gerçek hazları, hayalleri ve heyecanları öldürür; insanı tatmin edilemez bir hâle getirir ve insanlığından uzaklaştırır. Artık hazların, doğal sınırlılıklar içinde tatminini sağlayan mekanizma işlemez; bu durum, ihtiyaçların karşılanmasını da engeller. Böylece “nefis”, normal olmayan yollarla insanı tuzağa düşürür, ele geçirir ve sonunda öldürücü darbeyi vuracağı kapıyı aralar. Zira kontrol altına alınamayan nefis, “aynı” olana hızla alışır ve kısa sürede insanı yeni hazlara, farklı heyecanlara yönlendirir.
Hz. Peygamber’in doymayan nefisten Allah’a sığınması (1) ve Kur’ân-ı Kerîm’in hazlarına taparcasına boyun eğenleri kınaması (2) son derece anlamlıdır.
En doğrusunu Allah bilir.
(1) Müslim, “Zikir”, 73; Ebû Dâvûd, “Vitr”, 32.
(2) Furkân suresi, 25:43; Câsiye suresi, 45:23.
