Sosyal Medya ve Türkiye'deki Ulusal TV’lerdeki Dini İçerikli Bilginini İlmi Seviyesi, Güvenirliği ve Geçerliliği

Kitle iletişim araçları içerisinde özellikle sosyal medya ve televizyon, büyük kitlelere ulaşma özelliği ile toplumsal hayatta vazgeçilmez araçlardır. Son yıllarda çok hızlı bir şekilde gelişen teknoloji insanların iletişim yöntemlerini değiştirmiştir. Bu değişikliklerden bir yönü de bilgiye ulaşım şeklindeki yeniliklerdir.


Bugün bilgisayarlardan hatta cepte taşınabilen mobil cihazlardan görsel ve işitsel medya aracılığıyla bilgiye erişim çok kolay bir şekilde gerçekleştirilebilmektedir. Ancak kolay ulaşılabilen bu bilgi ne kadar doğrudur? Dinî içerikli sorunlarına cevap aramak için televizyonu ve sosyal medyayı kullanan Müslümanların buradan edinecekleri cevaplar yani fetvalar ne derece aslına uygun fetvalardır? Bu fetvalardan genel hükümlerin çıkarılması doğru mu?


Bu sorular doğrultusunda medyadaki, özellikle sosyal medya ve Türkiye’deki TV’lerdeki dinî programların ve bu programlarda verilen fetvaların ilmî seviyesi ve güvenilirliği ile bu programlarla doğru dinî bilgiye ulaşılıp ulaşılamayacağını tartışmaya çalışacağız.


İslam dininin geldiği ilk günlerden itibaren Müslümanlar sosyal, kültürel ve ekonomik açılardan hayatlarının her safhasında dinî boyutu olan sorunlarla karşılaşmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği şekliyle insanların bilmedikleri meseleleri bilen başka birilerine sormaları gerekmektedir. Hz. Peygamber’in hayatta olduğu dönemde Müslümanlar karşılaştıkları problemleri O’na soruyorlar ve doğrudan O’ndan cevap alıyorlardı. Daha sonraki dönemlerde ise Müslümanlar karşılaştıkları dinî soru ve sorunların çözümü konusunda başta Kur’ân-ı Kerîm ve ardından Hz. Peygamber’in ashabının kendisinden aktardıklarından istifade etmişler, bu yolla oldukça geniş bir İslami literatür meydana getirerek bizlere kadar ulaşan bir birikim, miras bırakmışlardır.


Bilim ve teknoloji çağı olarak nitelendirilen içinde yaşadığımız çağda ise Müslümanlar din konusunda karşılaştıkları problemlerin çözümünü çoğunlukla işin uzmanı olan kişilerden öğrenmeye özen göstermektedir. Bu anlamda Müslüman ülkelerde karşılaşılan problemlere dinî açıdan sağlıklı cevap verilmesi adına oluşturulmuş resmî ve sivil kurumlar ve oluşumlar mevcuttur. İslam Konferansı Teşkilatı’na bağlı İslam Fıkıh Akademisi, Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Din İşleri Yüksek Kurulu, Avrupa Fıkıh Konseyi ve İslam Toplumu Millî Görüş Din İstişare Kurulu bu amaçla oluşturulmuş resmî ve sivil kurumlara örnek olarak gösterilebilir.


Günümüzde Müslümanların dinî yönü bulunan sorunlarına cevap bulabileceği bu gibi kurumlar yeterli sayıda mevcuttur. Ancak sorulacak soruların mahrem konularla ilgili olmasından, soru sormanın çok daha kolay olmasına kadar bir dizi nedenden dolayı Müslümanlar dinî problemlerine bu gibi uzman kuruluşlara müracaat etme yanında, sosyal medya ortamları üzerinden ve televizyonlardaki dinî içerikli programlardan cevap aramayı tercih etme eğilimi de göstermektedirler.


Değişik açılardan farklı boyutlarıyla tanımı yapılabilen sosyal medya dendiğinde ilk başta akla Facebook, Twitter, YouTube ve benzeri sosyal paylaşım ağları gelmektedir. Ancak sosyal medya forumlar, sözlükler, bloglar, mikro-bloglar gibi fikirlerin, bilgilerin paylaşılıp tartışılabildiği, fikir alışverişinin olduğu her alanı kapsamaktadır. 


Televizyon ise günlük hayatın öyle bir parçası olmuştur ki, evlerimizin başköşesinde yerini almış, hayatımızın içine karışmıştır. Ancak dinî konular günümüzde sadece ramazan ayı geldiğinde yoğun olarak televizyon ekranlarında yer almakta, diğer gün ve aylarda ise konuşulmaması gereken, küs olduğumuz bir konu olarak yayın akışlarında hiç gözükmemektedir. Belki de dinî yayınların artışındaki sebep toplumumuzda ramazan ayında böyle bir beklentinin olduğu düşüncesidir.

 

1) Müslümanlar Tarafından Televizyonun ve Sosyal Medyanın Kullanım Alanları


Fetva ve fıkıh konularıyla ilgili yayınlar yapan pek çok internet sitesi bulunmakta ve Facebook, Twitter gibi sosyal ağlarda takipçi ve üye sayısı dört-beş milyonlara ulaşan çok sayıda İslami paylaşım yapan hesap yer almaktadır. Sosyal ağlardaki söz konusu hesaplar incelendiğinde bu hesaplardan yapılan paylaşımların temelde şu başlıklar altında gruplandığı görülmektedir:


  • İslami tebliğ niteliği taşıyan ve İslam’ın mesajını daha fazla kişiye ulaştırmayı amaçlayan paylaşımlar
  • Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadislerinden özel seçilmiş, belli mesajlar ve öğütler veren paylaşımlar
  • Dinî meselelerin hükümlerini açıklayan paylaşımlar
  • İslam hakkında bilgiler ve nasihatler veren sohbet, konuşma ve vaazlar.
  • Dinî sorulara özellikle İslam hukuku/fıkıh açısından verilen cevaplar/fetvalar.
  • Mensup olunan İslami cemaatin bir anlamda reklamı ya da savunması olabilecek nitelikte paylaşımlar.

Yapılan araştırma neticesinde ulaştığımız bu genel gruplandırma Müslümanların sosyal medyada yaptığı paylaşımların, en az dörtte birlik bir oranla dinî meselelere cevap arama ve dinî meselelerle ilgili bilgilendirme yani fetva sorma ve fetva verme şeklinde olduğu anlaşılmaktadır.


İzleyebildiğimiz kadarıyla televizyonda ele alınan konularda ise, genellikle tartışmalar, din-siyaset ilişkisi kurularak “geleneksel İslam”, “siyasi İslam”, “kitabî İslam” gibi tartışmalı kalıplar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tartışmalar din-insan, din-toplum ilişkisi çerçevesinde, dinî ihtiyaç ve beklentilerden ziyade, din-devlet, din-siyaset ilişkisi doğrultusunda dinî olay ve problemler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu nedenle biz de düşüncelerimizi; konuların seçimi ve işlenişini esas alarak oluşturmaya gayret gösterdik. Programların hazırlanış ve sunumundaki olumsuzlukları tespit ederek, yapılması gerekenlerle ilgili önerileri de tespitlerle beraber bir bütünlük içerisinde sunmaya çalıştık.


Bilindiği gibi son zamanlarda, bilhassa 1990’lı yılların sonlarından itibaren işitsel ve görsel medyada din ve dinî değerler sık sık tartışılmakta, ehliyetli ehliyetsiz herkes din adına hükümler vermektedir. Aslında tartışılan konular, (İslam’da kadın, din-siyaset, türbe ziyaretleri, tarikat ve cemaatler, hayvan hakları ve kurban vb.) İslam’ın, özellikle Türkiye’nin yabancı olduğu konular değildir. Ancak tartışma ortamı, tartışılması gereken konuların önceliği ve nedenleri ile tartışmacıların da iyi seçilmesi gerektiği kanaatindeyiz.


Sosyal medyanın çok geniş bir alan olduğunu biliyoruz. Hele televizyon programlarının içeriğine yazılı olarak ulaşma imkânının olmaması, programları değerlendirmede dezavantajımız olmaktadır. Bu nedenle konumuz itibarıyla öncelikle sosyal medyadan konumuza örnek teşkil edecek bir fetva tartışmasından bahsedeceğiz. Daha sonra televizyon programları üzerine yapılan ilmî toplantılar ve anket çalışmalarından yola çıkarak sorunumuza çözüm aramaya çalışacağız.

 

2) Sosyal Medyada Örnek Bir Fetva Tartışması


Sosyal medya kullanımı İslami açıdan uygun mudur (caiz midir) şeklinde Google, Yahoo, Bing gibi arama motorlarında farklı dillerde yapılan aramalar neticesinde pek çok farklı sayfada çok değişik fetva tartışmasına ulaşılmıştır. Arama neticesinde ulaşılan sonuçlar arasında, stackexchange.com adlı internet sitesinde yer alan bir tartışmanın, konuyu diğer örnekler neticesinde elde edilen sonuçları da gösterecek şekilde özetlemeye uygun olabileceği görülmüş ve örnek tartışma olarak belirlenmiştir. 


Stackexchange.com çok geniş bir konu yelpazesinde sorulan sorulara cevap alınabilen bir soru-cevap sitesidir. İnternet üzerindeki siteleri aldığı ziyaret hitlerine göre sıralayan “alexa” değerlerine göre stackexchange.com ilk 200 internet sitesi arasında yer almaktadır. 


Sitede yer alan örnek fetva tartışması şu şekildedir:


Soru: “Sosyal ağ arkadaş edinme, sosyal gruplara katılma, iş gibi konularda çok kolay bir yöntemdir. Bunun kötü tarafı; sosyal ağlarda birbirleriyle flört eden, birbirlerine sözlü tacizde bulunan insanlar ve bunlar gibi başka kötü örnekler bulmak da mümkündür. Hatta bazıları sosyal ağlara bağımlı olurlar ve kendi kişisel hayatları ile bağlarını kaybederler. İslam sosyal ağların sonuçlarını nasıl görmezden gelir ve buna izin verir? Kur’an’dan ve hadislerden kaynaklarla değerlendirir misiniz?”


Sosyal ağların sağladığı faydaların yanında kötü durumlara da sebep olduğu vurgulanan bu soruya beş ayrı cevap verilmiştir. Bu sitede sorulan sorulara verilen cevaplar daha sonra sayfayı ziyaret eden kullanıcılar tarafından verilen olumlu ve olumsuz oylara göre puanlandırılmakta ve en fazla puan alan cevap en üstte yer almaktadır. Buna göre yukarıdaki soruya verilen cevaplar en fazla oy alandan daha az oy alana doğru şu şekildedir: (En fazla oy alması cevabın en fazla oranla kabul edildiği anlamına gelmektedir.)


1. Cevap: “İslam hukukunda, ‘bir şey açıkça yasaklanmadığı sürece mubahtır.’ şeklinde bir kural vardır. Yani örneğin gıdalarda domuz, kendiliğinden ölmüş hayvan eti, Allah’tan başkası adına kesilen hayvanların etleri gibi özel şeyler haricindekiler mubahtır. Aynı şey giyim konusunda da söz konusudur. Bizler belirli şeyler haricinde ne dilersek giyebiliriz. Bu kuralın Kur’an’daki delili ise şudur: ‘O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.’[1] 


Genel anlamda her şey bizim için yaratılmıştır ve bizim için belli şeylerde özel yasaklar vardır. Bu kuralın bir diğer delili: ‘Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’[2]


Bu ayet şu anlama gelmektedir: Sadece yukarıdaki bahsi geçenler yasaklanmıştır. Bunun haricindekiler bizim için mubahtır. (Bu ayet dışında da bazı istisnalar olduğunu da hatırında tut. Ben burada sadece temel noktaya işaret ettim.)


İşte bu genel kurala dayanarak hayatımıza giren, hakkında özel yasaklama bulunmayan her şey genel ilke olarak mubahtır. Bu yüzden biz bir şeyin faydalarına ve zararlarına iyi bakarız. Mubah olan bir şeyi insanların kötüye kullandığını görebilirsin. Burada esas soru şudur; İnternet kullanımı caiz midir? İnsanlar onu kullanıyorlar. Bazı yasak işlemlerinde de onu suistimal ediyorlar -ki bunun listesi uzundur- ama genel ilke değişmez, internet kullanımı caizdir. Fakat kendilerini kontrol edemeyen ve internetin faydasından çok yasak işlemlerinde onu kullananlar için internet kullanımı caiz olmaz.


Sosyal ağlar için de aynı şey söz konusudur. Sosyal ağlar genel ilke olarak caizdir, insanlar onu flört, pornografi, vs. ile suistimal edebilirler, ama diğer bir kesim de interneti insanları Allah’ın dinine davet etmek için, İslami bilgi öğrenmek için kullanır (bu kullanım iyidir). Bu yüzden internet kullanıcıya bağlıdır.”


2. Cevap: “İlk olarak herhangi bir şekilde sosyalleşme (cinsel partner bulma ve diğer şeytani işler hariç) İslam tarafından engellenmiş midir? Burada sosyal ağlar konusunda önemli bir detay vardır. Burada Allah’a ve Peygamberine karşı planlar yapan gizli gruplara yönelik bir yasaklama vardır. ‘Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah’ın seni selamlamadığı selamla selamlıyorlar. İçlerinden de, ‘Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!’ diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası. Ey iman edenler! Siz baş başa gizlice konuştuğunuz zaman, günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşmayın. İyilik ve takvayı konuşun ve huzuruna toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.’[3]


Gizli ya da kapalı gruplar oluşturmak ve diğer arkadaşları oraya davet etmemek bu konuda onları üzer. İslam’a, Allah’a karşı gizli olan ve diğer Müslümanları üzecek şeyler yapmadığın sürece sosyal ağlar serbesttir (caizdir). Bu konuda herhangi bir yasaklama söz konusu değildir.”


3. Cevap: “Ben de seninle aynı şekilde düşünüyorum. Sosyal ağlar iletişimin diğer bir türüdür. Diğerleri ile bağlantı kurmak ve bazı olaylarda fotoğraflar paylaşmak için kullanılır. Şimdi bu temelden değerlendirecek olursan benim cep telefonum da böyle işler yapabiliyor. Ben diğer insanları arayabiliyorum, onlara mesaj yazabiliyorum ve resim gönderebiliyorum. Bu şeylerin her ikisi de elbette haram yollarda kullanılabilir. Fakat bunları o yollarda kullanmazsan, ben bunda bir yanlışlık görmüyorum.”


4. Cevap:Teknik olarak sosyal ağlar yasak olamaz. Fakat yasak bir şey içeren her şey yasaklanır. Gerçekte yaşayan şeylere ait resimler bulundurmayan hiçbir (meşhur) sosyal ağ sitesi söyleyebilir misiniz?  Daha da kötüsü sosyal ağ sitelerinde çıplak resimler dahi bulunur. Ara sıra sosyal ağlarda, bir spam gönderi olur ve bütün siteye çıplak fotoğrafları yayar. Gerçek bir müminin gözlerini Allah böyle şeylerden korusun. Herhangi bir yasaklı şey olmadan bir sosyal ağ sitesi iyi bir şeydir.”


5. Cevap: “Ameller niyetlere göredir. Kimse sosyal ağı tamamen suçlu olarak gösteremez çünkü onun aracılığıyla bugün bazı gayrimüslimler Müslüman oluyor. Tamamen yasaklanması çok düşük bir ihtimaldir ama sosyal medyada helal olmayan işler yapılıyorsa yasaklanabilir. Bu tamamen kişilerin kullanım şekline bağlıdır. En iyisini Allah bilir.”


Sosyal medya caiz midir sorusu ile ilgili yukarıda zikredilen fetva tartışması bu türden fetvalarla ilgili güzel bir örnek teşkil etmektedir. Buna göre yukarıda ifade edilen fetva tartışmasında en fazla kabul gören birinci cevapta, içerik olarak konuya diğerlerine göre daha kapsamlı yaklaşıldığı, ayet ve İslam hukukunun temel kaidelerinden hareketle konunun izahı yolunun izlenmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu cevap güzel bir fetva gibi görünmektedir. Fakat bu fetvanın müftüsü hakkında sitede yazılanlar haricinde bilgimiz bulunmamaktadır. Müftünün fetva yetkinliği konusunda bilgi sahibi olmadığımız için, ayrıca müftü eğer mukallit ise kaynak belirtmediği için bu fetva klasik usullere göre verilmiş orijinal bir fetva olarak kabul edilemez.


İkinci cevap konuyu gizli saklı bir şekilde, günah ve peygambere isyan gibi konuların konuşulmasını yasaklayan ayet çerçevesinde değerlendirmiş ve sosyal ağlarda, özellikle de kapalı gruplarda bu ayetin hilafına işler yapmamak kaydıyla sosyal ağların serbest olacağını ifade etmiştir. Bu cevabın sahibi hakkında da birinci cevapta olduğu gibi bir belirsizlik olmasının yanında bu cevapta ayrıca konunun sadece bir boyutu ile değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu fetvanın da gerçeğe uygun olduğunu söylemek mümkün değildir.


Üçüncü cevap, ikinci cevabı destekler nitelikte olup konuya akli bir delil getirerek açıklama yapma yolunu tercih etmektedir.

Dördüncü cevap ise konuyu daha da dar bir çerçevede değerlendirerek, ayrı bir tartışma konusu olan resimlerin haram olduğu ön kabulünden hareketle bir açıklama yoluna gitmeyi tercih etmiş ve bu ön kabulünü konuya kıyas ederek herhangi bir delil göstermeden şahsi fikri ifade etmek şeklinde bir açıklama yolunu tercih etmiştir. Önceki cevaplarda olduğu gibi burada da cevap veren hakkında bilgi sahibi olmadığımız gibi ayrıca burada konunun çok spesifik, dar bir açısı üzerinden değerlendirme yapılmıştır.


Beşinci ve son cevapta ise yine kendi fikrini beyan şeklinde delillere dayanmaksızın bir çözüm sunma yoluna gidilmiştir.


Söz konusu sitede yer alan soruya cevap veren kişilerin kimlikleri tam olarak bilinmemektedir. Dolayısıyla müftü hakkında yukarıda ifade edilen kriterlerin ne kadarının gerçekleştiğini ölçme imkânı bulunmamaktadır. Cevaplar verilirken Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadislerinin, akli delillerin ve İslam hukukunda temel prensip olarak yerleşen kaidelerin referans olarak verildiği görülmektedir.


Ancak sadece yüzeysel bir bakışla bile, her ne kadar ayet, hadis, akli deliller ve İslam hukuku kaidelerinden referanslarla cevaplandığı görülse de esasında konunun sadece bir açısından bakılarak değerlendirildiği kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Bu örnek tartışmada açıkça yer almayan ancak araştırmalarda karşılaşılan bir diğer cevap verme şekli de fetva konusu meselelere sadece kendi mensup olduğu mezhep/cemaat açısından bakılarak, yine kapsamı dar bir fetvanın benimsenmesidir.

 

3) Türkiye’deki Ulusal Televizyonlarda Dinî Konulu Programlara Genel Bakış


Türkiye toplumunu din konusunda aydınlatma görevi, 22.06.1965 tarih ve 633 sayılı kanunla Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir.  Konuyu akademik bir çerçevede ele almak amacıyla yapılan ilk büyük girişim de yine 2004 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı “II. Uluslararası Dinî Yayınlar Kongresi”dir. Bu ve daha sonra düzenlenen 5 kongre ile birlikte toplam 6 kongrede genellikle ülkemizdeki dinî içerikli programlar hakkında bilgiler verilmiş, sesli-görüntülü dinî yayıncılığın karşılaştığı sorunlar üzerinde durulmuştur.


Bu kongrelerin sonuç bildirgelerine göre Türkiye’deki ulusal televizyonlarda dinî konulu programlar hakkında konumuz ile ilgili şu neticelere varılmıştır:


“Çeşitli televizyon kanallarında dinî ve bilimsel temellere dayanmayan, üzerinde toplumsal kabul oluşmamış birtakım ihtilaflı dinî konuları içeren tartışma programlarına yer verilmesi, söz konusu programların genellikle ehil olmayan kişilerle yapılması toplum üzerinde faydadan çok zarar verici sonuçlar doğurmuştur. Bu tür zararların önlenebilmesi için, Türkiye’nin ilahiyat birikimi ile Diyanet İşleri Başkanlığının tecrübeleri ışığında iş birliğine gidilmesi zorunluluk arz etmektedir.” 


“Son yıllarda ülkemizde, çocuklara yönelik nitelikli dinî yayınların sayısında artış olmakla birlikte; çocuk yayıncılığında dinî konulara çağdaş dünya örneğinde olduğu gibi ciddiyetle yaklaşıldığını söylemek mümkün değildir. Bu yayınlarda dinî konulardan uzak durulmuş, ahlaki değerler yüzeysel bir bakışla ele alınmış ve aile olgusuna gerekli özen gösterilmemiştir. Çocuk yayınlarında işlenen dinî konular, onların algı düzeyi ve psikolojisine uygunluk bakımından birtakım sorunlar içermektedir. Bunların giderilmesi amacıyla yazar, eğitimci, yayıncı, İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı iş birliği içinde olmalıdır.”


“Dinî programlar kadın izleyicinin televizyonda en çok görmek istediği programlar arasında ön sıralarda yer almaktadır. Bu programların içeriği belirlenirken kadın izleyicinin dinî, kültürel ve eğitsel ihtiyaçları göz önünde tutulmalıdır.”


Bu genel açıklamadan sonra konumuzu; dinî konulu tartışma programları ve diğer dinî konulu programlar olmak üzere iki ana başlık altında inceleyecek ve ardından tavsiyelerimizi sıralayacağız.


Dinî konulu tartışma programlarında verilen fetvaların ilmî seviyesi, güvenilirliği ve doğru bilgiye ulaşılabilirlik


Dinî içerikli haber programlarının etkilerinin, din ya da ahlakla ilgili diğer televizyon programlarının etkilerinden zaman zaman daha yüksek olduğu söylenebilir. Çünkü haber programlarının konuları çoğunlukla, o dönem için güncel ve problemli konulardan seçilmekte, konuklar, bulundukları konum itibariyle halkın dikkatini çeken ya da çekebilecek kişiler olmaktadır. Bu ve benzeri hususlara televizyonun görsel ve işitsel özellikleri de eklendiğinde programların çekiciliğinin ve etkileyiciliğinin artması beklenmektedir.


Ancak görüntüler -çok azı istisna- medyanın amacının, halkı dinî konularda doğru bilgilendirme ve yönlendirme olmadığını düşündürüyor. Konuların gündeme getirilişi, tartışmacıların seçimi, tartışma şekli, velhasıl bütünüyle görüntüler bu düşüncemizi doğrulamaktadır.


Medyanın amacı gerçekten halkı dinî konularda bilgilendirmek, toplumu doğru dinî anlayışa yönlendirmek olsa, konuları uzmanları ile periyodik aralıklarla programlaması gerekir. Bu amaçla yapılmış programların olduğu, gerçekten toplumu dinî konularda doğru bilgilendirdiği ve yönlendirdiği de bir realitedir. Ancak birçok medyanın asıl amacı haklı olarak “seyirciyi kendi ekranında tutmak”, sonra da “en çok izlenen program” reklamını yapıp reytingi yükseltmektir. Dinî konular da bunun için en münbit alanlardır.


Konu ile ilgili Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 64 öğretim elemanı ve öğrenim gören 135 öğrencisinden oluşan bir anket çalışması yapılmıştır.[4] Bu araştırmada hipotez olarak “Televizyon haber programlarındaki dinî içerikli tartışma konularının işleniş biçimlerinde gerekli ilkeler göz önünde bulundurulmakta mıdır? Televizyon haber programlarındaki dinî içerikli tartışmalar izleyiciler ve ilgili kurum ve kuruluşlar üzerinde nasıl bir etki bırakmaktadır?” soruları incelenmiştir.


Çalışmaya katılan öğretim elemanı ve öğrencilerin çoğunluğu, çeşitli nedenlerle televizyon haber programlarındaki dinî tartışmaları ara sıra veya nadiren takip etmektedirler. Bununla birlikte, deneklerin büyük bir kısmı, televizyon haber programlarında dinî içerikli konuların tartışılmasını uygun bulmamaktadır. Çünkü onlar, oluşturulan tartışma ortamları ve yapılan fikir alışverişlerinin dinî kaynaklı problemleri çözmek yerine daha karmaşık hâle getirdiğini; uzman kişilerin çağrılmaması ve yanlı yaklaşımlar nedeniyle dinî problemlerin çözümsüzlüğe, toplumun da din hakkında şüpheye sürüklendiğini; dinin ve dinî değerlerin başarılı bir şekilde ekrana taşınamadığını düşünmektedirler.


Televizyon haber programlarındaki dinî içerikli tartışmaların amaçları; toplumu bilgilendirme ve dinî konulardaki problemleri çözerek yeni hükümler koyma yerine, suni gündem oluşturmayı, siyasi ve ekonomik çıkar sağlamayı ve izlenme oranlarını artırmayı gerçekleştirmek için yapıldıkları düşüncesiyle örneklem grubunun büyük çoğunluğu tarafından yetersiz bulunmuştur. Konu içeriklerinin oluşturulması konusunda da sonuçlar değişmemiş, deneklerin %70’inden fazlası, içeriklerin günlük hayatta yaşanabilirlik ve uygulanabilirlik ilkelerine, doğru dinî ve ahlaki bilgilere, toplumun sosyo-kültürel yapısına uygun şekilde oluşturulamadığını, hatta programların amaçlarına yönelik olmadığını ve kendi içinde bütünlük gösterecek şekilde hazırlanmadığını ifade etmişlerdir.


Konukların seçimi konusunda da deneklerin büyük bir kısmı; konuların genellikle popüler, medyatik, siyasi ve ideolojik kimlikleriyle ön plana çıkmış ama yeterli bilgi birikimine sahip olmayan kişilerin tercih edildiği düşüncesindedir.


Konukların seçimi konusunda dikkatli davranılmadığı yönündeki kanaatler, onların performansları ile ilgili sonuçlara da yansımıştır. Genel değerlendirmeler, konukların toplum nezdinde saygın ve örnek kişilikler ortaya koyamadıklarını, tarafsız davranamadıklarını, bilgi yetersizliklerinin demagojik tutum ve davranışlar içerisine girmelerine neden olduğu şeklindedir.


Örneklem grubunun değerlendirmeleri ve ortaya koydukları çözüm önerileri dikkate alınarak, yapılacak daha kapsamlı çalışmaların sonuçları ve uzmanların görüşleri doğrultusunda, televizyon haber programlarındaki dinî içerikli tartışmalar tüm unsurları itibarıyla gözden geçirilerek, eksiklikleri tamamlanmalı, geliştirilmeli ve yenilenmelidir. Bütün televizyon kanalları, dinî programlar için bünyelerinde uzman kişiler istihdam etmeli veya danışma kurulları oluşturmalıdır.


Diğer dinî programlarda verilen fetvaların ilmî seviyesi, güvenilirliği ve doğru bilgiye ulaşılabilirlik


Konu ile ilgili iki anket çalışmasından bahsetmek istiyoruz. Birisi Gaziantep’te izleyicinin görüşlerini öğrenebilmek için rastgele örnekleme yöntemi ile 127 kişiye uygulanan ankettir.[5] Diğeri ise Samsun merkez, ilçe ve köylerinde bulunan farklı yaş, cinsiyet, eğitim ve meslek gruplarından tesadüfi yöntemle seçilmiş olan 300 kişi örneklem grubu olarak seçilmiştir.[6]


Birinci ankette; Türkiye’deki ulusal televizyon kanallarının din konusunda toplumu bilgilendirmek için, dinî konulara ne kadar sıklıkta yer ayırdığı, konuları hangi boyutlarda incelediği ve bunları işlerken nasıl bir yayın tarzı kullandığının incelenmesi amacıyla 15 Eylül – 14 Ekim 2004 tarihleri arasında bir aylık süreçle izlenirlikleri ve televizyon kanalları arasındaki duruşları baz alınarak belirlenen yedi farklı ulusal televizyon kanalının günlük yayın akışları takip edilmiştir.[7] Bu televizyonlar ATV, Kanal D, STAR, TRT 1, TGRT, Kanal 7 ve STV’dir. Sohbet programları ise yayın saatlerinde bir hafta süre ile kaydedilerek incelenmiştir.


Sonuç olarak dinî içerikli sohbet programları, gerek biçim gerekse yayın saati olarak bilinçli kesime yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu programlar belli bir bilgi birikimi olmayan insanları yakalayabilmesi açısından gerek yayın saati gerekse içerik bakımından oldukça yetersizdir. Dinî yayınlarla toplumun belli bir kesimine ulaşılmak isteniyorsa, gerek çekim biçimi gerekse kullanılan semboller üzerinde tekrar düşünülmesi gerekmektedir. Örnekleme kapsamında alınan televizyon kanallarının kamu yayıncılığı açısından dinî bilgilendirici programlar konusunda gerekli işlevi yerine getirmediği söylenebilir. Dinî yayınlara yer veren kanalların da program yapımında, televizyon tekniğini, izlenirliği artırıcı boyutta kullanamadıkları tespit edilmiştir.[8]


İkinci ankette yapılan araştırma sonucu şu başlıklar altında açıklanabilir:

Seyircilerin televizyondaki dinî programlara konuk olan kimselerde aradıkları özelliklere ilişkin görüşleri:


  • “İnsanların kafalarına takılan soruları şüphe ve tereddüte mahal bırakmadan açık bir şekilde cevaplamalı.”
  • “Tartışma programlarında İslam adına tartışan kimselerin genellikle İslam ahlakını sergilemediklerini görüyoruz. Çoğu insanın birbirine yapmayacağı hakaretleri yapıyorlar. Bizler onları örnek alırsak vay hâlimize. Onun için televizyona çıkan din adamlarının, söyledikleri ile sergiledikleri davranışlar arasında bir bütünlük olmalı.”
  • “Din adamı tanımına uyan, uzlaşmacı, konusuna hâkim, sevecen ve samimi olmalı. Bazıları çok bağırarak ve azarlarcasına konuşuyor. Bu da bizleri ürkütüyor.”
  • “Dinî programlara konuk olan kişiler öncelikle, Türkçeyi iyi kullanmalılar. Çünkü bazen söylediklerini anlayamıyoruz. Bir de kullandıkları kelimeler yabancı geliyor. Bunların Türkçedeki anlamlarını bize aktarmalılar.”
  • “Televizyondaki dini programlara konuk olan kimseler öncelikle ilgili uzman, fıkıh bilen yani ehliyetli olan kişilerden olmalıdır. İlahiyatçı olup, konu ile ilgisi olmayan kişiler de uzman olmadıkları hâlde programlara çağırılmamalıdırlar.”

Seyircilerin televizyonda yayınlanan dinî programlara ilişkin görüş ve önerileri:

Ankete katılanlara, “Televizyonun siz yetişkinler için daha faydalı olabilmesi için neler önerirsiniz?” şeklinde ucu açık bir soru sorulmuştur. Verilen cevaplardan konumuzla ilgili birkaçı şöyledir:


  • “Ben devlet memuruyum. Günde 8-9 saat çalışıyorum. Zaten eve geldiğimde bitkin bir hâlde oluyorum. Televizyonun başına oturduğumda saat yaklaşık 7:00 oluyor. Televizyonun karşısında en fazla 11:00’e kadar oturabiliyorum. Sabah erken kalkacağım için erken yatmak zorundayım. Bu saatler içinde televizyon kanallarının hemen hiçbirisinde dinî içerikli bir program yayınlanmıyor. Tabii ramazan ayı ve kandil geceleri hariç.”
  • “Programlar izlenme oranını arttırmaya yönelik olmaktan çok, halkı bilinçlendirmeye yönelik olmalıdırlar. Bazı tartışma programlarına çıkarılan kişilerin bizleri bilgilendirmek yerine kavga ettiklerini görüyoruz.”
  • “Toplumda giderek artan ahlaki çöküntüyle mücadele edebilecek türde dinî programlara ağırlık verilmelidir.”
  • “Çocuklarımız her geçen gün dinden uzaklaşıyor. Farklı dinlere ve sapık inançlara yöneliyorlar. Biz anne-babalara çocuklarımızın eğitimi ile ilgili ve bu konuda bize yardımcı olacak programlara yer verilmelidir.”
  • “Programlar, yetkili makamlarca önemli görülen, toplum tarafından da benimsenmiş olan ve alanında uzman kişilere yaptırılmalı veya programlar yapılırken onların görüşü alınmalıdır. Televizyonda izlediğimiz dinî programların, klişeleşmiş programlar olduğunu görüyoruz. Bunlar pek ilgi çekici olmuyor. Bunun için programların formatlarında da bazı yeniliklerin yapılması gerektiği kanaatindeyim.”
  • “Başta dinî programlarda iman esasları gerçek ve düzgün bir şekilde işlenmelidir. Bununla birlikte, konular anlatılırken mezheplerin konu hakkındaki görüşleri de dikkate alınmalı ve açıklanmalıdır. Yapılan programlar rant amacıyla değil, gerçekten halkın bilinçlendirilmesi amacıyla yapılmalıdır. Eğer böyle olursa daha faydalı olacaktır.”
  • “Her televizyon kanalına göre, farklı program yapısı ve içeriğinin olduğu düşüncesindeyim. Kimileri reyting toplamak için olur olmaz konuları tartışma havasında, kimileri uydurmaca hikâyelerle duyguları sömürme peşinde. Kimileri de gerçek bilgi verme çabasındadır. Daha geniş kitlelere hitap eden izlenebilirliği de yüksek orijinal programlar yapılmalıdır.”
  • “Televizyonda genellikle bayanlara yönelik dinî programlar yayınlanmamaktadır. Özellikle öğlen saatlerinde bayanların ihtiyaç ve beklentilerine uygun olarak dinî programlar düzenlenmeli, bu programlarda kadının İslam’daki yeri ve önemi, aile hayatındaki önemi, çocuk eğitimindeki yeri ve önemi gibi konulara değinilerek programlar işlenmelidir. Bazı kanallarda kadın programları yapılmakla birlikte, dinin kadına bakışı ele alınmamaktadır. Bu nedenle konukları ilahiyatçılardan olmak kaydıyla kadın programları da düzenlenmelidir.”

Televizyondaki dinî programların daha etkili olabilmesi öneriler


  1. Televizyonda yayınlanmak üzere dinî programlar hazırlanırken yetişkinlerin özellikle dinî anlamda ilgi duydukları konular, ihtiyaç ve beklentileri göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için yetişkinlerin dinî eğilimleri, öğrenme özellikleri ve ilgi alanları gibi konular incelikle araştırılmalıdır.
  2. Televizyon programları içerisinde dinî programların yayın saatleri artırılmalıdır. Ayrıca dinî programların yayınlanma zamanlarında da gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. Dinî programların akşam 18.00 ile 22.00 saatleri arasında yayınlanması, izleyici kitlesinin bu programlara daha fazla ilgi göstermesini sağlayacaktır.
  3. Televizyon yayınlarında, mümkün olduğunca kafa karıştırıcı ve tartışmalı dinî konulara yer verilmemelidir. Bu tür konular uzman kişiler tarafından ve insanların kafasında soru işaretleri bırakmayacak biçimde açıklanmalıdır. Konuyla ilgili olarak ilahiyat fakültelerinden yardım alınmalı, konunun uzmanı olmayanlardan görüş sorularak toplumda karışıklık meydana getirilmemelidir.
  4. Televizyondaki din adamı imajının düzeltilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. İlk olarak yayıncı kuruluşlar, yayınladıkları programlarda din adamı imajını bir güldürü ve alay unsuru olarak kullanmamalıdırlar. Programa davet ettikleri din adamlarını reyting amaçlı değil, halkın bilgilendirilmesine yönelik olarak değerlendirmelidirler. Ayrıca din adamları da halkın kendilerinden beklentilerini iyi bilmeli ve kendilerinde gördükleri eksiklikleri bir an önce gidermelidirler.
  5. Yayıncı kuruluşlar topluma sağlıklı bilgi sunmak için televizyonda yayınlanacak dinî içerikli yayınlar için, dinî yayın editörleri ve dinî haber muhabirleri istihdam etmeli ve bunlar genellikle ilahiyat alanında eğitim görmüş kimselerden seçilmelidir. Bu nedenle iletişim fakülteleri ile ilahiyat fakülteleri arasında iş birliği yapılarak, bu konuda eleman yetiştirilmesi için uygun programlar geliştirilmelidir.[9]

***

Not: Konu ile ilgili olarak verilen bilgiler ve örnekler seçilirken Avrupa’da yaşayan Müslümanların ortamlarından ziyade Türkiye’den ve Türkiye ortamında yaşanan örneklerden hareket edilmiştir. Bunun nedeni, Avrupa’da yaşayan Müslüman Türk toplumunun canlı bir şekilde Türkiye’den yayın yapan sosyal medya imkânlarından yararlanıyor ve buralarda yapılan tartışmalardan etkileniyor olmalarıdır.



[1]  Bakara suresi, 2:29.

[2] Bakara suresi, 2:173.

[3] Mücadele suresi, 58:8-9.

[4] Ramazan Buyrukçu, “İlahiyat Fakültesi Öğretim Elemanı ve Öğrencilerinin Televizyon Haber Programlarındaki Dinî İçerikli Tartışmalara Bakışı “Isparta Örneği” a.g.m., s. 272-5.

[5] Ergeç, Nüket Elpeze, “Dinî Didaktik Sohbet Programları”, II. Uluslararası Dinî Yayınlar Kongresi, Ankara, 5-7 Kasım 2004 s. 239-261.

[6] İbrahim Turan, “Televizyondaki Dini İçerikli Programların Yetişkinler Üzerindeki Etkileri” Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 23, Yıl 2007, s. 223-243.

[7] Konu ile ilgili 2004 tarihinden sonra yapılan yeni bir çalışmaya rastlanamadığından bu anket çalışması kullanılmıştır.

[8] Ergeç, a.g.m., s. 239-261.

 [9]İbrahim Turan, a.g.m., s. 223-243.