Sosyal Medya Kullanım İlkeleri
1) Kul Hakkı Duyarlılığıyla
Hareket Edilmelidir
Günlük hayatta bir Müslüman açısından söz ya da fiil anlamında bütün eylemlerde
en fazla dikkate alınması gereken husus kul hakkı duyarlılığıdır. Çünkü Allah
kendisine ait hakların ihlalini kulun samimi tövbe etmesi hâlinde
affedebilmektedir.[1] Kul hakkı, Allah’ın af kapsamı dışındadır. Hz. Peygamber hadislerinde de
bunu ifade eder.[2] Hatta hiçbir mazeret de kul hakkını düşürmez. Bu sebeple Hz. Peygamber kul
hakkını ihlal edenleri müflis olarak nitelendirmiştir:[3]
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber sahabeye “İflas
eden adam kime derler?” diye sormuş onlar da “Parası ve malı olmayan
kişiye derler yâ Resûlallah!” diye cevap vermişler. Bunun üzerine Hz. Peygamber
şöyle cevap vermiştir: “Ümmetim içinde gerçek müflis şudur: Bir adam
hesap günü tuttuğu orucu, kıldığı namazı ve verdiği zekâtıyla, keza şunun bunun
şeref, namus ve haysiyetine dil uzatmış, ona buna iftira etmiş, falanın filanın
malını yemiş geçmişiyle birlikte Allah’ın huzuruna getirilir. Hesap için
oturur. Başkalarına yaptığı bu tür haksızlıklarının karşılığını ödemek üzere
sevaplarından alınır hak sahiplerine verilir. Bir de bakar ki hak sahipleri
sırada olduğu hâlde sevapları tükenmiş. Bu sefer onların günahları alınır onun
sırtına vurulur. Sonra da cehennemi boylar. İşte ‘iflas eden adam’ budur.”[4]
Yine Hz. Peygamber kul hakkının hassasiyetine dikkat çekmek üzere şöyle
buyurmuştur: “Kimin üzerinde din kardeşinin şeref ve
haysiyeti ya da malıyla ilgili yaptığı bir haksızlıktan/zulümden doğan bir
hakkı varsa, altın ve gümüşün, paranın pulun geçmediği hesap günü gelmeden
evvel, o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin salih amelleri varsa, yaptığı
haksızlık miktarınca sevaplarından alınır o hak sahibine verilir. Şayet
iyilikleri yoksa haksızlık yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun
üzerine yüklenir.”[5]
Buna göre herkes ağzından çıkan söze, dilinden düşen kelimeye dikkat etmek
zorundadır. Aksi takdirde dili, değirmen gibi sevaplarını öğüten ya da ateşin
odunu kül ettiği gibi sevaplarını yakıp yok eden, günahlarını artıran bir
organa dönüşebilir.
2) Her
Söz, Mutlaka Hesabının Verileceği Bilinciyle Söylenmelidir
Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadislerinde söz ve eylemlerin tamamının
kayda geçtiği, bunlardan her birinin mutlaka hesabının verileceği
belirtilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “İnsanı
biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki
melek zabıt tutarken biz ona şah damarından daha yakınız. Onun yanında ağzından
çıkan ne varsa alıp titizlikle kayda geçen dikkatli bir gözetleyici vardır!”[6]
Bu ve benzeri ayetlere göre hayır ya da şer ifade eden her söz veya eylem,
hesabının görülmesi[7] için kayda geçmektedir.[8] Ahiret yurdunda taraflar birbirlerinden kaçmaması için[9] söyledikleri ya da söylemedikleri sözlerine ve yaptıkları ya da
yapmadıkları davranışlarına dikkat etmek, birbirlerini incitmemek durumundadırlar.
Bu sebeple insan sözünü söylerken ölçüp biçip ona göre söylemelidir. Çünkü kişi
sözüyle ya günahını ya da sevabını arttırmaktadır. Buna göre söz, küfür,
hakaret vb. içerikte olmamalıdır. İnsanlara sövmek kul hakkı olduğu kadar aynı
zamanda Hz. Peygamber’in hadisinde belirttiği üzere Allah’a isyan ifade eden
büyük günah (fısk)tır.[10]
Hz. Peygamber’in şu iki hadîs-i şerifi konumuz açısından son derece
önemlidir:
“Sizin
hayırlı olanınız, daima söz ve eylemlerinden hayır çıkacağı umulanlar ve
kötülüğünden emin olunanlar; kötüleriniz de hayır beklenmeyen ve kötülüğünden
emin olunmayan insanlardır.”[11]
“Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun.”[12]
Zikrettiğimiz bu son hadisin açıklamalarında İslam
âlimleri şu hususların altını çizerler: Kişi söylemeden önce sözünü iyi
tartmalıdır. Eğer farz veya mendup (terk edilebilirse de yapılması tavsiye
edilen tutum ve davranışlar) derecesinde bir hayrı gerçekleştirecek içerik
taşıyorsa onu konuşmalıdır. Şayet haram veya mekruh ölçülerinde bir muhtevaya
sahip olup bu yönüyle bir hayır getirmeyecekse o söz konusunda dilini
tutmalıdır. “Söylenebilir de söylenmeyebilir de.” kabilinden bir eşitliğe
sahipse konuşmak mübah olsa bile harama ya da mekruha sebep olma riski göz
önünde bulundurularak asıl olan bu tür sözlerin söylenmemesidir.[13]
Kur’ân-ı Kerîm, insanın bilmediği bir konuda söz söylemesini, hüküm
vermesini, bilmediği ve tanımadığı kişilerle ilgili ileri-geri konuşmasını,
kesin bilgi ve delile sahip olmadığı hâlde zanna dayalı olarak bir insanın
maddi ya da manevi zararına yol açacak şekilde konuşmasını, yazmasını,
itibarsızlaştırmasını, tutum almasını şu ayetiyle yasaklamaktadır: “Hakkında
bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların
hepsi ondan sorumludur.”[14]
Buna göre söz, bilgilendirici, bilinçlendirici, uyarıcı, iyiliğe teşvik
edici, kötülüğü engelleyici çerçevede olmalıdır. İslam ahlakçıları, dilde
iffetsizlik giderilmeden insanın tam anlamıyla iffetli sayılamayacağını
belirtirler. Dilin iffetsizliği ise alaya alma (sühriyyet), gizli hâlleri
araştırma (tecessüs), gıyabında çekiştirme (gıybet), karalama (hemz), kusur
arama (lemz), söz taşıma (nemîme), lakap takma (tenâbüz) gibi ahlak dışı
hususlarla oluşur. Birisine söz söyleyen
ya da topluma mesaj vermek isteyenler bu hususlara dikkat etmelidirler.
3)
Dürüstlük İlkesine Riayet Edilmelidir
Dürüstlük, üst değerdir ve Müslüman açısından hem dünya
hem de ahiret yurdu için en değerli sermayedir. Bazı âlimler dilin doğruyu
söylemesini mutluluğun ilk basamağı kabul ederler.[15] Bu açıdan sözde aranan doğruluğudur. Doğruluk güzel
ahlakın en önemli ölçütüdür. Hz. Peygamber yalan söylemenin iman ile
bağdaşmayacağını haber verirken[16] yalanın feci sonucunu da şöyle izah eder: “Yalandan sakının. Çünkü yalan ahlaksızlığa kapı aralar,
o da cehenneme sürükler. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında büyük yalancı
diye damgalanır.”[17]
Sosyal medyada verilen bilgiler ve yazılan yazıların bu ilke doğrultusunda
yayınlanması gerekir. Sık tekrarlanan yalanlar Allah katında “kezzâb” (büyük
yalancı) olarak damgalanmaya sebep olur.
4) İnsan
Onuruna Saygılı Olmak Gerekir
İnsan onuru, her şeyin üstündedir ve onun incitilmesi en ağır tahribatı
yaptığından insanın namus, şeref ve haysiyetine dil uzatılmaması,
itibarsızlaştırılmaması gerekir. Hz. Peygamber bir kimsenin namus, şeref ve
haysiyetiyle oynamayı büyük günahların en büyüklerinden saymıştır.[18]
5) İspat
Edilmedikçe İnsanın Masumiyetine İtibar Etmek Gerekir
İslam inancı açısından Âdem (a.s.) ve Havvâ validemizin çocukları olan her
bir insan yaratılış gerçekliğine uygun olarak tertemiz ve günahsız doğar. Buna
bağlı olarak suçsuzluk ve borçsuzluk insanın doğuştan gelen asli özelliğidir.
Bu tabii hâl insan lehine bir delildir. Aksini iddia eden ispatla yükümlüdür.
İddia eden delil getiremediği takdirde aleyhine iddiada bulunulan şahsın reddi
ile dava düşer. Yine bu ilkeye bağlı olarak insanlara hüsn-i zan beslemek ve ön
yargılı tutumlardan sakınmak esaslı bir görevdir. Dolayısıyla hiçbir insan ya
da gruba sırf bu gerçeklik sebebiyle suçluluk izafe edilemez, olumsuz tavır
alınamaz. Bağımsız ve güvenilir yargı tarafından suçluluğu ya da borçluluğu
kanıtlanmış hiç kimseye suçlu ve borçlu muamelesi yapılamaz. Bu kaide Mecelle’de, “Berâet-i zimmet asıldır.”[19] şeklinde ifadesini bulmuştur.
6) Suç ve
Cezada Şahsilik Esastır, Toptancılıktan Kaçınmak Gerekir
Hiç kimse ve hiçbir toplum ya da topluluk bir başkasının
suçundan dolayı suçlanamaz, cezalandırılamaz. Kur’ân-ı Kerîm bunu çok açık bir
şekilde ifade eder.[20] Dolayısıyla herhangi bir topluluğa veya kişiye ait sorun
bir başkasına mal edilmemelidir. Bu bağlamda bir şehri, bir grubu, bir
sülaleleyi vs. toptan “şöyledir” diye damgalamak kesinlikle doğru değildir.
7) Hiç
Kimseyi Alaya Almamak ve Küçümsememek Gerekir
Bir kişi ya da grubun diğerini alaya alması bizzat Kur’ân-ı Kerîm
tarafından yasaklanmaktadır:
“Ey
iman edenler! Erkekler diğer erkeklerle alay etmesinler; alaya alınanlar
kendilerinden daha hayırlı olabilirler; kadınlar da diğer kadınlarla alay
etmesinler; alay edilen kadınlar edenlerden daha hayırlı olabilirler.”[21]
Hz. Peygamber de şu iki hadisiyle bu konuda uyarıda bulunur:
“Kardeşini küçümsemesi, kişiye bela olarak
yeter.”[22]
“Hor, hakir, küçük görülüp de dışlanan,
kapıdan kovulan saçı başı dağınık nice insanlar vardır ki Allah’a yemin etseler
Allah onları yemininde mahcup etmez.”[23]
8) Gizli Hallerin Peşine Düşmemek (Tecessüs) Gerekir
Bir insanın işlediği günah bile olsa onun deşifre edilmesi yasaktır,
kişilik haklarına tecavüzdür. Kur’ân-ı Kerîm: “İnsanların
gizliliklerini elde etmek için casus gibi çalışmayın.”[24] ayetiyle bunu açıkça yasaklamaktadır. Hz. Peygamber de, insanların mahrem
alanlarının (avrât) peşine düşenleri ne kadar sağlam sığınaklarda gizlenirlerse
gizlensinler Allah’ın da onların gizli hâllerini deşifre edeceğini ve rezil duruma
düşüreceğini haber vermiştir.[25]
Bizzat Resûlullah (s.a.v.) “Bir kimse evini gözleyen şahsa atacağı bir
taşla gözünü çıkarsa bir ceza görmese yeridir.”[26] sözüyle evin mahremiyeti hususundaki duyarlılığı oldukça çarpıcı biçimde
anlatmış, mahremiyetin deşifre etmenin ağır günahına dikkat çekmiştir. Yoksa bu
hadisler ihkâk-ı hakka yani kişinin kendisini yargı yerine koyarak hakkını
almak için operasyon yapmasına izin veriyor değildir.
Aile içi mahremiyet ve mesken dokunulmazlığı konusunda en güzel örneklerden
birisi şudur: Hilafeti sırasında bir gece şehri denetlediği sırada bir evden
gelen sesler üzerine duvardan tırmanıp çatıdan eve baskın düzenleyen Hz. Ömer
ev sahibinin içeride bir kadın ile birlikte içki içtiğini görünce onu, “Ey
Allah’ın düşmanı! Allah’ın işlediğin bu rezaleti gizleyeceğini mi zannettin?” diye azarladığında, ev sahibi mesken dokunulmazlığını ve evinin
mahremiyetini ihlal eden Hz. Ömer’e, “Saygıdeğer Halife, yavaş ol! Ben bu
yaptığımla Allah’a bir isyanda bulundum, sen ise üç.” dedikten sonra
ihlallerini şöyle hatırlatmıştır:
Birincisi: Allah, “İnsanların gizli hâlleri/mahrem alanları
hususunda casusluk yapmayın.”[27] dediği hâlde sen benim mahrem alanıma girip özel hayatımı araştırmaya
kalktın.
İkincisi: Allah’ın, “Ey iman edenler! Kendinizi tanıtıp izin almadan ve içinde oturanlara selam vermeden başkasının evine dalmayın.”[28] ayetine aykırı olarak eve giriş için izin almadın; hane halkına selam vermen gerekirken vermedin.
Üçüncüsü: Allah, “Evlere kapılarından girin.”[29] dediği hâlde sen çatıdan atladın.
Ev sahibinin bu hatırlatmaları üzerine Hz. Ömer özür dileyerek oradan
ayrılmıştır.[30]
Bütün bunlar göstermektedir ki birilerini gizlice dinlemek, gözetlemek,
elde ettiği bilgileri gerçek bile olsa deşifre etmek İslam’ın temel
kaynaklarına aykırıdır.
9)
Gıyabında Çekiştirmek (Gıybet) Büyük Günahtır
Birisini kendisinde bulunmayan bir özellikle zikretmek iftira,
hoşlanmayacağı bir şeyi arkasından konuşmak ise gıybettir.[31] Kur’ân-ı Kerîm açık biçimde “Birbirinizin gıybetini yapmayın.” buyururken bunu ölü kardeşin etini yemek olarak vasıflandırmaktadır.[32] Yapılan gıybet kaç kişiye ulaşmış ise kişi o kadar günaha girmiş
olur.
10)
Karalama (Hemz) Yapmamak ve Kusur Aramaktan (Lemz) Uzak Durmak Gerekir
Kur’an, insanları arkadan çekiştirmeyi, dalga geçmeyi, kaş-göz işaretiyle,
el-kol hareketiyle alaya almayı, aşağılamayı, mahcup etmeyi ve karalamayı
yasaklamış ve kınamıştır: “Yazıklar olsun arkadan çekiştiren, yüze
karşı dalga geçmeyi ve ayıplamayı alışkanlık hâline getirmiş olanlara!”[33] ayetleri bu konuda açık bir uyarıdır.
11) Söz
Taşıma (Nemîme) Yapılmamalı
İnsanların sözlerini birbirlerine taşıyarak bozgunculuk çıkarmak
yasaklanmıştır.[34] Kur’an bunu açıkça kınamakta ve yasaklamaktadır.[35]
12) Lakap
Takma (Tenâbüz)
İnsanlara hoşlanmayacakları lakaplar takarak onunla hitap etmek açık
biçimde yasaklanmıştır: “Ey İman edenler! Birbirinizi kötü lakaplarla
çağırmayın.”[36]
13) Saygı
ve Nezaketi Elden Bırakmamak Gerekir
Hz. Peygamber, “Mümin, balarısına benzer. O sadece temiz
olan yiyeceklerle beslenir. Temiz yerlere konar, bir dala konsa onu kırmaz.”[37] buyurmaktadır. Hadisten anlaşıldığı kadarıyla, maharet, zarafet, eziyetsiz
ve külfetsiz oluşu, pisliklerden uzak duruşu, bal gibi şifa kaynağı bir gıda
üretmesi, disiplinli bir aileye sahip oluşu, bir yere konduğunda incitmeyen,
suya konduğunda bulandırmayan, dala konduğunda kırmayan özellikleriyle mümin de
arıya benzemektedir.[38] Bu yönleriyle söylenen söz ve söyleme biçimi mümin vakarına yakışacak
ölçülerde olmalıdır.
14) Haber
ve Bilginin Doğruluğunu Araştırmak Gerekir
İnsanın, duyduğu bir şeyi araştırmadan, üzerinde düşünmeden paylaşması
doğru değildir. Hz. Peygamber bunun tehlikesine şöyle işaret eder: “Kişiye
her duyduğunu nakletmesi yalan olarak yeter.”[39] Kur’an’da de aynı uyarı şöyle yapılmaktadır: “Ey
inananlar! Doğruluk ve adaletine güvenilmeyen (fâsık) birisi size haber
getirirse, o haberin doğruluğunu araştırın, yoksa işin hakikatini bilmeden
herhangi bir kavme kötülük edip yaptığınıza derin bir pişmanlık duyacağınız
durumlarla karşılaşabilirsiniz.”[40]
15)
Malayaniyi Terk Etmek Lazımdır
Malayani, kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyler
demektir. Bu konuda dikkatli olmak gerekir. İnsan, her bir tercihinden hesap
vereceğini dikkate alarak söz ve eylemlerinde seçici davranmak zorundadır.
Diğer bir ifadeyle, Türkçede fuzuli olarak ifade edilen gereksiz
ve faydasız işlerden kaçınması kişinin dünyada ve ahirette hesabını
kolaylaştırır, huzursuzluğunu engeller. İşte bu sebeple Hz. Peygamber, “Bir
kimsenin dünyasını ve ahiretini ilgilendirmeyen, lüzumsuz işleri terk etmesi iyi
Müslüman oluşunun işaretidir.”[41] buyurur. İslam’ın ana eksenini ifade eden dört hadisten birisi sayılan bu
hadise göre söz, ya bir hayra delalet etmeli ya da bir kötülüğü önlemelidir.
Aksi takdirde boşa söylenmiş olur. Kur’ân-ı Kerîm bundan sakındırmaktadır: “Kurtuluşa
ermiş müminler, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Boş yere söz ve işten
sakınırlar.”[42]
16) Hata
ve Kusurları Örtmek Esastır
İnsanlar hata edebilirler, kusur işleyebilirler. Bir Müslüman’a yakışan o hatayı örtmektir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her
kim dünyada bir Müslüman’ın kusurunu gizlerse Allah da kıyamet gününde onun
kusurunu gizler.”[43] Diğer bir hadiste de, “Bir Müslüman’ın herhangi bir kusurunu görüp
de onu saklayan kimse diri diri mezara gömülen bir kız çocuğunu o mezardan çıkararak
hayat veren kimse gibidir.”[44] buyurmaktadır.
Hata ve günahın gizli kalması sahibinin tövbe edip ondan
dönmesini kolaylaştırdığı gibi affedilmesini de kolaylaştırır. Bir hatayı veya
günahı deşifre etmek aynı zamanda o kötülüğün yayılmasına yardımcı olmak
anlamına gelir. İmam Gazzâlî’ye göre bir insanı günaha sevk eden iki şey
vardır. Birincisi başkasını o günahı işlerken görüp cesaretlenmesi, ikincisi de
bir defa işledikten sonra tekrarlamasının kolaylaşmasıdır.
17) Empati
Kurmak Gerekir
Empati, bir insanın kendisini muhatabının yerine koyarak onun duygu ve
düşüncelerini, beklentilerini anlamaya, onun gibi düşünmeye çalışması ve kendi
konumunu ona göre belirlemesi demektir. Türkçede “iğneyi kendine çuvaldızı
başkasına batırmak” sözü biraz bunu anlatır. İnsanın başkasına yapmayı
planladığı bir davranışın ya da takınmak istediği tavrın daha hafifini
kendisine yaparak etkisini görmesi ve ona göre yapıp yapmamaya karar vermesini
anlatır. Hz. Peygamber’in kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da
yapmamayı ilke edinmeyi Müslümanlıkta kalitenin göstergesi sayar: “Sizden
biriniz kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe kâmil bir mümin olması
mümkün değildir.”[45]
Buna göre insanlar kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi muhatabına
yapmamalıdır. Bu, başarılabilirse kişi kendisini kontrol edebilir.
18) Hayra Mı Şerre Mi Çığır Açıldığına Dikkat Edilmelidir
Bir sözü ilk söyleyen veya bir eylemi ilk defa başlatan iyi bir iş yapmışsa
onun sevabını aldığı gibi o söz veya iş devam ettiği müddetçe kendisine sevap
yazılmaya devam edilir. Şayet bu söz veya iş bir kötülüğü ifade ediyorsa onun
günahını üstlendiği gibi o devam ettiği müddetçe kendisine günah yazılmaya
devam edilir. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim
söz ve eylemleriyle iyi bir çığır açarsa onun sevabını alır ve o devam ettikçe
kendisine sevap yazılmaya devam edilir. Kim söz ve eylemleriyle kötü bir çığır
açarsa onun günahını üstlenir ve o devam ettikçe kendisine günah yazılmaya
devam edilir.”[46] Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu da şöyle örneklendirir: Haksız yere öldürülen
her bir insandan kardeşi Habil’i haksız yere öldürerek ilk cinayeti işleyen
Kabil hesabına bir günah yazılır. Çünkü ilk öldürme işini o başlatmıştır.[47]
Buna göre bir sözü ilk kim söylemişse ya da bir eylemi kim başlatmışsa ya da önceden başlamış olsa da kendisinden kim öğrenmiş ise her tekrarlandığında muhtevaya göre onun hesabına bir ecir veya günah geçer. Bu açıdan insanlar söylem ve eylemlerine bir de bu açıdan dikkat etmelidirler.
Sonuç olarak Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in söz ve eylemlerinden özetlenen bu ahlak ilkeleri, sosyal medyanın kullanımında kendisine en fazla ihtiyaç duyulanlardır.
[1] Tahrîm suresi, 66:8.
[2] Ahmed b. Hanbel, VI, s. 240.
[3] Müslim, Birr, 60.
[4] Buharî, Edeb, 102; Müslim, Birr, 60; Ahmed b. Hanbel, II, s. 202, 224, 272.
[5] Buhârî, Mezâlim, 10, Rikâk, 48.
[6] Kâf suresi, 50:16-18.
[7] Bakara suresi, 2:110; Zilzâl suresi, 99:7-8.
[8] İsrâ suresi, 17:13-15.
[9] Abese suresi, 80:33-42.
[10] Buhârî, Îmân, 36, Edeb, 44, Fiten, 8; Müslim, Îmân, 116; Tirmizî, Birr, 5.
[11] Tirmizî, Fiten, 76; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, s. 368, 378.
[12] Buhârî, Rikâk, 23; Müslim, Îmân, 74; Edeb, 123; Tirmizî, Kıyâmet, 50; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, s. 174, 267, 433.
[13] Bk. Nevevî, el-Minhâc şerhu Sahîhi Müslim b. el-Haccâc, (Beyrut: 1392), c. II, s. 19-20.
[14] İsrâ suresi, 17:36.
[15] Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, (Kahire: 1986), s. 261.
[16] Ahmed b. Hanbel, I, s. 5.
[17] Müslim, Birr, 103-105; Ebû Dâvûd, Edeb, 80; Tirmizî, Birr, 46; İbn Mâce, Mukaddime, 4, 5, 7; Mâlik, Kelâm, 16.
[18] Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Ahmed b. Hanbel, I, s. 190.
[19] Mecelle, Madde: 8.
[20] En’âm suresi, 6:164; İsrâ suresi, 17:15; Fâtır suresi, 35:18; Zümer suresi, 39:7; Necm suresi, 53:38.
[21] Hucurât suresi, 49:11.
[22] Müslim, Birr, 32.
[23] Müslim, Birr, 138, Cennet, 48.
[24] Hucurât suresi, 49:12.
[25] Ahmed b. Hanbel, IV, s. 421, 424; V, 279.
[26] Buhârî, Diyât, 15, 23; Müslim, Edeb, 43-44; Nesâî, Kasâme, 48; Ahmed b. Hanbel, II, s. 243.
[27] Hucurât suresi, 49:12.
[28] Nûr suresi, 24:27-28.
[29] Bakara suresi, 2:189.
[30] Harâitî, Mekârimü’l-ahlâk ve me‘âlîhâ (nşr. E. Abdülcâbir el-Buhayrî), (Kahire: 1999), s. 152; Ebû Hayyân et-Tevhîdî, el-Besâir ve’z-zehâir (nşr. Vedad el-Kâdî), (Beyrut: 1988), VI, s. 137-138; İbşîhî, el-Mustatraf fî külli fennin mustazraf (nşr. Müfîd M. Kumeyha), (Beyrut: 1986), s. 344; Muttakî el-Hindî, Kenzü’l-‘ummâl (nşr. Bekrî Hayyânî-Safvet es-Sekkâ), (Beyrut: 1981), III, s. 808.
[31] Müslim, Birr, 70; Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikâk, 6.
[32] Hucurât suresi, 49:12.
[33] Hümeze suresi, 104:1-2.
[34] İshak b. Râhûye, el-Müsned (nşr. Abdülgafûr Abdülhak el-Belûşî), Medine 1991), I, s. 402.
[35] Kalem suresi, 68:11.
[36] Hucurât suresi, 49:11.
[37] Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, (Riyad: 2003), VII, s. 509.
[38] Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, (Beyrut: 1994), V, s. 653, 655-656.
[39] Müslim, Mukaddime, 5.
[40] Hucurât suresi, 49:6.
[41] Tirmizî, Zühd, 11; İbn Mâce, Fiten, 12; Mâlik, Husnü’l-huluk, 3; Ahmed b. Hanbel, I, s. 201.
[42] Mü’minûn suresi, 23:3.
[43] Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58, Zikir, 38; Ebû Dâvûd, Edeb, 38, 60.
[44] Ebû Dâvûd, Edeb, 38.
[45] Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71, 72; Tirmizî, Kıyamet, 59; Nesâî, Îmân, 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime, 9, Cenâiz, 1; Dârimî, İsti’zân, 5, Rikâk, 29; Ahmed b. Hanbel, I, s. 89; III, s. 176, 206, 251, 272, 289.
[46] Müslim, İlim, 15, Zekât, 69; İbn Mâce, Mukaddime, 14; Nesâî, Zekât, 64.
[47] Buhârî, Cenâiz, 32, Enbiyâ, 1; Müslim, Kasâme, 27; Tirmizî, İlim, 14; İbn Mâce, Diyât, 1.
Daha detaylı bilgi için gizlilik sözleşmemizi okuyunuz.
Fetâvâ.Org, Avrupa'da 50 yıldan bu yana Müslümanların dini sorularına Ehl-i Sünnet İtikadı ve Fıkhı çerçevesinde cevap vermeye çalışan IGMG Din İstişare Kurulu'nun fetvalarını yayınlayan web sitesidir.
IGMG Din İstişare Kurulu, Ehl-i
Sünnet İtikadı ve Fıkhı çerçevesinde kendisine ulaşan Fıkhi problemlere çözüm
yolları aramakta ve Müslümanların dinlerini yaşamada karşılarına çıkan
engelleri aşmada onlara yardımcı olmaktadır.