Ehl-i Kitap ile Evlilik ve Ehl-i Kitabın Kestiği Etin Yenmesi
Bir toplum içinde, değişik
dinlere mensup insanların bulunmasından daha tabii bir şey yoktur. Zira bu,
insanların ilahî bir lütuf olarak sahip oldukları hür iradelerinin doğal
uzantısıdır. Farklı inançlara mensup olan bu insanlar arasındaki ilişkilerin şekillenmesindeki
etkenlerden birisi de onların sahip olduğu inançlarıdır. Örneğin Hristiyan
inancına göre, dünyada sadece Hristiyanlık ve küfür vardır. Kâfirler arasında
ayrım gözetmemektedirler.
Hristiyanlık içindeki mezhepler
birbirlerine putperest gözüyle bakmaktadırlar.[1] Diğer
din mensuplarını da tamamen dinsiz olarak görmektedirler.[2] Dolayısıyla
Hristiyanlık tarih boyunca tekdüze (homojen; mütecanis) bir toplumdan başkasını
düşünmemiş[3] ve
farklı unsurların bulunduğu (heterojen; gayr-i mütecanis) bir toplumda yaşama
tecrübesi gösterememiştir.[4]
Kur’ân-ı Kerîm, yaratılış
gayesini Allah’a iman ve O’nun iradesine uygun yaşama olarak belirler[5] ve
“emanet”[6] olarak
nitelediği beşerî sorumluluğu kabul veya redde bağlı olarak insanları inananlar
veya inanmayanlar diye iki gruba ayırır.[7]
Ancak inançları bakımından
gayrimüslimler:
1. Semavi kitap sahibi olanlar
(Ehl-i kitap),
2. Kitap sahibi olup
olmadıklarında şüphe bulunanlar (Sâbiîler, Mecusiler),
3. Diğer inanç sahipleri olmak üzere
üçe ayrılmıştır.[8]
Bu bağlamda “küfür” tektir, ama
aynı değildir. Her birinin statüleri farklıdır. Biz burada bu inanç
gruplarından Ehl-i kitap sayılanları ele alacağız.
1) Ehl-i Kitabın Tanımı
Ehl-i kitap,
biri ehl diğeri kitap olmak üzere iki kelimeden oluşan bir
isim tamlamasıdır. Arapça (e-h-l) kökünden türeyen ehl; yoldaş, aile, evlenmek,
yakın akraba ve dost anlamlarına gelir.[9] Kitap
ise sözlükte yazmak, nikâh kıymak, dikmek, bağlamak, yazılmış olan şey, farz
kılmak anlamlarında da kullanılmaktadır.[10] Ehl-i
kitap terkibindeki
kitaptan kastedilen, Allah Teâlâ’nın, peygamberleri vasıtasıyla kullarına
gönderdiği bilgiler ve sözler bütünüdür.[11]
Kitap kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de
230 defa zikredilir.[12] Ancak
bazen Kur’an, Tevrat, Zebur ve İncil için de kullanılır.[13] “Ehl-i
kitap” teriminde geçen “kitap” kelimesi ile Kur’an’ın dışındaki Tevrat ve İncil
gibi, aslen kutsal olan kitaplar kastedilmektedir.[14]
Ehl-i kitap lügatte “kutsal kitap
sahipleri, kendilerine kitap verilen insanlar” anlamına gelmektedir.[15] Ehl-i
kitap tabiri Kur’ân-ı Kerîm’de tamamı Mekke döneminin sonları ile Medine
döneminde inen ayetlerde olmak üzere 31 defa geçmektedir.[16] Kur’ân-ı
Kerîm’de Ehl-i kitap,
1. Kendilerine kitap verilenler
(Bakara suresi, 2:101, 144-145 Âl-i İmrân suresi, 3:19-20, 100, 186)
2. Kendilerine kitap
verdiklerimiz (Bakara suresi, 2:121, 146)
3. Kendilerine kitaptan bir pay
verilenler (Âl-i İmrân suresi, 3:23; Nisâ suresi, 4:4, 44) şeklinde ifade
edilmektedir.[17]
Kur’ân-ı Kerîm’e ait bir terim
olarak Ehl-i kitap; sonradan bozulmuş, değiştirilmiş bile olsa aslı itibarıyla
ilahî olan bir dine ve vahye dayanan bir kitaba iman eden kimseleri ifade
etmektedir.[18] Ancak
genellikle İslami terminolojide Ehl-i kitap denilince, kendilerine semavi kitap
verilen Yahudi ve Hristiyanlar anlaşılmaktadır.
Ehl-i kitaba dair ayetleri
incelediğimizde, Kur’an’ın Ehl-i kitaba yönelik tavrında:
Bilgilendirme/hatırlatma, cedel/tenkit ve çağrı[19]olmak
üzere üç tür yaklaşımdan söz edilebileceğini görürüz.
Şunu hemen ifade edelim ki, Ehl-i
kitabın Kur’an’da yer alışları, kahir ekseriyetle olumsuz yöndendir.[20]
2) Ehl-i Kitabın Kapsamı
Ehl-i kitap tabirinin kapsamını
belirleyebilmek için ilahî kitapların kimlere verildiğini tespit etmek gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ilahî kitaplarla ilgili temel kavramlar, ayet/ayat,
beyyine/beyyinat, furkan, kırtas/karatis, kitab/kütüb, sifr/esfar, suhuf,
zikir, zübür kelimeleridir. Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen kitaplar ise
şunlardır:
1. Suhufu İbrâhim: Kur’ân-ı
Kerîm’de sekiz defa geçen suhuf kelimesi, sadece iki defa Hz. İbrâhim’e nispet
edilir ve her ikisinde de Hz. Mûsâ’ya atfedilen suhuf ile beraber zikredilir.
2. Suhufu Mûsâ: Suhufu Mûsâ, Hz.
İbrâhim’e verilen suhuf ile birlikte Kur’an’da iki defa zikredilmiştir.
3. Tevrat: Kur’an’da bir ilahî
kitap olan Tevrat’ın on sekiz ayette bahsi geçmekte, bir defa da ismi
zikredilmediği hâlde ondan söz edilerek muhtevası hakkında bilgi verilmektedir.
4. Elvah: Kur’an’da sadece bir
defa müfred olarak ve Levh-i Mahfuz tamlaması hâlinde geçen bu kelime, diğer
dört yerde çoğul olarak yer alır. Bunlar da –Levh-i Mahfuz hariç– Hz. Mûsâ
(a.s.)’a verilen levhalar anlamındadır.
5. Zebur: Kur’ân-ı Kerîm’de Hz.
Dâvûd (a.s.)’a verilen kitabın özel adı olarak geçmektedir.
6. İncil: Kur’ân-ı Kerîm’de on
iki defa geçen İncil, Hz. Îsâ (a.s.)’a verilen ilahî kitabın adıdır.
7. Zübürü’l-Evvelin: Öncekilerin
kitapları anlamındadır ve bundan Hint kutsal metinleri olan Puranaların
kastedilmiş olabileceği de iddia edilmektedir.[21]
Müslümanlar dışındaki din
sahipleri için kullanılan Ehl-i kitap kavramının, Yahudi ve Hristiyanları
kapsadığı konusunda ittifak vardır.
Ancak Yahudi ve Hristiyanların dışındaki inanç sahiplerinin bu kavramın içinde
olup olmadığı konusunda İslam âlimleri arasında farklı görüşler söz konusudur:
1. Hanefîlere göre Ehl-i kitap;
vahye dayalı bir kitabı olan ilahî bir dine mensup kimselerdir. Bu sebeple
Tevrat ve İncil’e inananlar Ehl-i kitap olduğu gibi, Hz. Şît (a.s.)’ın
sahifeleri, Hz. Dâvûd (a.s.)’ın Zebur’u da bu terimin kapsamına girmektedir.[22]
2. Şâfiî, Hanbelî ve Malikîlere
göre ise bu terim, sadece Yahudi ve Hristiyanları ifade eder; diğer kitap
mensuplarına şamil değildir.[23]
Bu üç mezhebin âlimleri,
Kur’an’da “Kitap yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi.”[24] ayetini Ehl-i kitap teriminin sadece Yahudi ve
Hristiyanları ifade ettiğine, diğerlerine işaret etmediğine delil saymışlardır.[25] İlk
müfessirler de bu görüştedirler.[26]
Zira Hz. Dâvûd (a.s.)’a indirilen
Zebur, birtakım kasideler, vaazlar ve ilahilerden ibaretti. Onda Allah’a
tesbih, sena ve dua yer alıyordu. Hükümler, emirler, yasaklar yoktu. Hz.
İbrâhim (a.s.)’a, Hz. Şît (a.s.)’a ve diğer peygamberlere indirilen sahifelerde
de hükümler yoktu, sadece birtakım öğütler ve meseller vardı.[27]
Genel anlamda kabul edilen görüşe
göre Ehl-i kitap “Yahudiler ve Hristiyanlardır.”[28] İslam
öncesi dönemde ve Kur’an’ın indirilmesi dönemlerinde Arapların Ehl-i kitap
terimini Yahudilerle Hristiyanların dışındaki diğer herhangi bir dinî grup
(örneğin Mecusiler ya da Sâbiîler) için kullandıklarına dair hiçbir delil
yoktur. Oysa erken dönem İslam tarihinde bu terimin kapsamının genişletildiği
ve başta Sâbiîler olmak üzere diğer çeşitli dinî grupların da bu terim
kapsamına sokulduğu bilinmektedir.
Bu yaklaşımın temel dayanağı,
Ehl-i kitap teriminin yalnızca Yahudileri ve Hristiyanları kasteden bir ıstılah
olmadığı, genel anlamda kitap sahibi olanlara yönelik bir tanımlama olduğu
kanaatidir. Dolayısıyla kutsal kitabı olan ya da olduğu düşünülen her dinî grup
Ehl-i kitap kategorisinde görülmüştür.[29]
Bunun temel sebeplerinden biri,
Kur’ân-ı Kerîm’de Yahudilik ve Hristiyanlığın dışında Sâbiîlik, Mecusilik gibi
ilahî olmayan başka dinlerden de söz edilmesi ve bu dinlerin kendilerince bir
kitaba sahip bulunması, diğeri de İslam açısından siyasi, iktisadi ve sosyal
şartların bunu gerekli kılmasıdır.[30]
Kur’ân-ı Kerîm’in Ehl-i kitap
tanımlamasına göre, Ehl-i kitap terimi ile Kur’an’ın indiği dönemde Hicaz’ın
kuzeyinde ve güneyinde bulunan Hristiyan ve Yahudi cemaatler kastedilmektedir.[31]
3) Sâbiîler
Arapçada, “Sa-be-e” kökünden
gelmektedir. Kelime olarak “Sabee”, “çıktı” veya “meyletti”[32] manasına
gelmektedir. Terim olarak da bir dinden çıkıp diğer bir dine giren kimse için
kullanılmaktadır.[33]
Kur’ân-ı Kerîm’de, Yahudi ve
Hristiyanlarla birlikte zikredilen bir topluluk olarak üç yerde Sâbiîlerden
bahsedilir.[34] Örneğin
Bakara suresinde, “Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve
Sâbiîler’den Allah’a, ahiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin
Rableri katında mükâfatları vardır...”[35] Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilen Sâbiîlik hakkında
ayet ve hadislerde detaylı bilgi yoktur. Ayetlerde zikredilen Sâbiîlerin kimler
olduğu hakkında müfessirlerimiz değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu
ayetlerde inançları, peygamber ve kitapları
hakkında bilgi verilmez. İlk iki ayette Allah (c.c.) Sâbiîleri Ehl-i kitapla
beraber zikrederken, son ayette ise Ehl-i kitapla beraber Mecusiler ve
müşrikleri de zikreder.
Sâbiîlerin menşelerinin ne olduğu
üzerinde ihtilaf edilmiş, onları Hz. Nûh (a.s.)’a, Şît (a.s.)’a ve İbrâhim
(a.s.)’a ulaştıranlar olduğu gibi, yine onları kendilerine kitap verilen Yahudi
ve Hristiyanlığa intisap ettirenler de vardır. Fakat hakikat olan şey, onların
çok eski bir dine sahip olmalarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in ifadesinden de
anlaşıldığına göre, Sâbiîler hususi dinleri olan bir cemaattir. Zira onlar,
orada müstakil din sahipleri arasında zikredilmişlerdir.[36]
Elmalılı Hamdi Yazır’ın beyanında
olduğu gibi, Sâbiîliğin esas itibarı ile münzel bir din olması muhtemeldir.
Ancak zamanla felsefi ve siyasi etkiler çerçevesinde bozulma ve sapmalara
uğramış ve bir gizlilik, Bâtınîlik özelliği kazanmıştır. Sâbiîler, ilk Sâbiîler
ve sonraki Sâbiîler olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Bu iki ekolün arasında
müşterek oldukları noktalar yanında birbirlerinden ayrıldıkları birtakım
noktalar da vardır.
İlk Sâbiîlik, Hindistan, Eski
Mısır, Suriye ve Keldânîlerin tabi oldukları bir ekoldü. Eski Yunan ve Rum
dinleri de bu inanç ekolünün bir yansımasından ibarettir. Sonraki Sâbiîler,
İsrail, İran, Yunan ve Roma gibi değişik kültürlerin tesiri altında şekillenen
Süryanî ve
Keldânî Sâbiîleridir.[37]
Sâbiîlerin bir taraftan müşrik,
diğer taraftan da Ehl-i kitaba benzer bir görünüm ortaya koymaları, fakihler
arasında bunlar hakkında verilecek hüküm konusunda ihtilafa sebep olmuştur ve
bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Sâbiîler ilk dönem İslam
kaynaklarında Ehl-i kitaptan kabul edilmişlerdir. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ahmed
b. Hanbel bu görüştedirler. İbn Kesîr de tefsirinde Sâbiîlerin bütün
peygamberlere inandıklarını nakleder. Bazılarına göre Yahudilik’ten ve
Hristiyanlık’tan dönüp de meleklere ibadet edenlere Sâbiî denir.
Sâbiîler, Mücâhid ve Hasan
el-Basrî, İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre yıldızlara ibadet eden bir
topluluktur. İmam Evzâî ve İmam Malik’e göre ise Sâbiîler, kitapları olmayan
müşriklerden bir topluluktur. İbn Kudâme ise, “Durumlarına bakılır; bir
peygambere ve kitaba inanıyorlarsa Ehl-i kitaptan sayılır, inanmıyorlarsa Ehl-i
kitaptan sayılmaz.” der.[38]
Anlaşılıyor ki, Sâbiîlik, esas
itibarıyla münzel olması melhuz ve fakat zamanın geçmesiyle muhtelif dinî,
felsefi ve siyasi tesirler altında kalarak değişikliğe uğramış ve gizlilik
iktisap etmiş bir mezheptir. Bu bakımdan mezhep tarihçileri onları incelerken
ilk ve sonraki Sâbiîler diye ele almaktadırlar.
İlk Sâbiîler daha ziyade
Keldânîler ve Süryanîlerdir.[39] Sâbiîlerin
hem Ehl-i kitap denilebilecek cihetleri, hem de putperestliğe ve müşrikliğe
işaret eden yönleri vardır. Bu hususiyetlerinden dolayı farklı görüşler söz
konusudur. Kur’ân-ı Kerîm’de onların müstakil olarak zikredilmesi, ayrı bir
dine sahip olduklarını düşündürmektedir.
Görüldüğü gibi ihtilaf, Sâbiîlerin
puta tapıp tapmadıklarını gözlemleyip tespitle alakalıdır. Eğer Sâbiîler, bir
kutsal kitap kabul edip tek Allah’a inanıyor, tahrif edilmiş de olsa
kendilerini bir peygambere nispet ediyorlarsa, ancak bu şartlarla Ehl-i kitap
kabul edilebilir. Ancak bunun inkiraz bulduğu görüşü ağır basmaktadır.
4) Mecusiler
“Mecus” kelimesi Kur’an’da bir
ayette geçer.[40] Mecusiler
ateşe tapanlardır. Mecusi çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin
adıdır. Ateşperestlik ayinine sebep olduğundan “ateşperestlere” bu isim
verilmiştir.[41] İslam
öncesi dönemde Hicaz civarında yaşayan Mecusilerin Ehl-i kitaptan sayılması
konusunda birtakım farklı görüşler
ileri sürülmüştür.
1. İbn Hazm’a göre Mecusiler de
Ehl-i kitaba dâhildir.[42] Gerekçesi
hadîs-i şerifteki şu umumi ifadedir: “Mecusilere Ehl-i kitap muamelesi yapın.”[43] Hz.
Ali (r.a.)’dan gelen rivayette de Mecusiler Ehl-i kitaptan sayılmışlardır.[44]
2. Şehristânî’ye göre Mecusilerin
Ehl-i kitap olmaları şüphelidir.[45]
3. Müslüman âlim ve
araştırmacıların çoğunluğuna göre Mecusiler Ehl-i kitap değildir.[46] Gerekçeleri
ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen, “Mecusilere Ehl-i kitap muamelesi
yapın.”[47] rivayetini Mecusilerin Ehl-i kitap olmadığına
delil göstermeleridir. Sahabenin ve başlarında Hz. Ömer (r.a.)’ın Mecusilerden
cizye alma konusunda duraklamış olmasını bu görüşü güçlendirici delil
saymışlardır.[48]
Diğer bir rivayette ise, Hz.
Peygamber (s.a.v.) Mecusilere kestiklerinin yenilmemesi, kadınlarıyla
evlenilmemesi şartıyla kendilerine cizye konularak Ehl-i kitap muamelesi
yapılmasını istemiştir.[49] O
hâlde Mecusilere Ehl-i kitap muamelesi yapılması, sadece onlardan cizye kabul
edilmesi anlamındadır,[50] demişlerdir.
Genel kabule göre Mecusiler, cizye gibi bazı hususlarda Ehl-i kitap ile aynı
muameleye tabi tutulsalar da Ehl-i kitap sayılmazlar.[51]
Mecusilerle ilgili bu yaklaşım,
İslam tarihinin ilerleyen dönemlerinde tüm gayrimüslimlere yönelik genel bir
kanaat hâline dönüşmüştür. Yanlızca Kur’an’da kendilerinden bahsedilen Sâbiîler
ve Mecusiler değil, paganist Harranlılardan Hindulara kadar, İslam toplumunun
egemenliği altında yaşayan birçok dinî grup, hukuken Ehl-i kitap statüsüne tabi
tutularak ehl-i zimmet sayılmıştır.[52]
5) Eski Dinler
Kur’ân-ı Kerîm ateizme ve
politeizme şiddetle karşı çıktığı hâlde, nüzulü sırasında dünya üzerinde mevcut
olan dinlere temas etmemiştir. Bununla birlikte, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan
bazı ifadelerin Budizm’e ve Hinduizm’e işaret ettiğine dair rivayetler bulunur.
Buna göre, Kur’an’da adı geçen Zülkifl’in Kapilavestulu[53] Buda’yı,
Tîn suresindeki “Tîn” kelimesinin, Buda’nın altında nirvanaya ulaştığı incir
ağacını, “Zübürü’l-evvelin” terkibinin de Hint kutsal kitaplarından puranalara
bir telmih olduğu ifade edilmektedir.[54]
Bu görüşün gerekçelerinden bir
tanesi de, “Sizden önce kendilerine kitap verilenler” ayetinin mutlak
oluşuna dayandırmaktadırlar.
Çağdaş müelliflerden M. Reşid
Rıza da bu görüşü benimsemekte ve bir adım daha ileri giderek şunları
söylemektedir: Mecusiler, Sâbiîler, Hind ve Çin putperestleri ve Japonlar gibi
milletler de semavi birer kitaba sahip idiler ve tevhit içinde yaşıyorlardı.
Yahudi ve Hristiyanların kitaplarına gelen tahrif felaketi gibi, bunlar da
tahrifata uğradı. Dolayısıyla bu milletler de Ehl-i kitap kapsamına
dâhildirler.[55]
Konuyla ilgili Nisâ suresinin 163
ve 164. ayetlerini yorumlayan İzzet Derveze, Hindistan’daki dinler ve kitaplar
hakkında bilgi vermektedir. Öte yandan, İslam’ın o beldelere ulaşması,
Hindistan’da bulunan dinlerin Ehl-i kitabın niteliklerini taşıması sebebiyle,
Müslümanlar tarafından kitaplı kabul edilerek, hanımlarıyla evlenilmiş ve karşılıklı
iyi ilişkiler neticesinde İslam’ın tanınmasına yardımcı olunmuştur.[56]
Aynı konu ile alakalı olarak
çalışma yapan bazı günümüz araştırmacılarına göre, Ehl-i kitap kavramı,
yalnızca Yahudi ve Hristiyanları kapsar. Zira Araplar, Yahudi ve Hristiyanlarla
birlikte Mecusiler, Sâbiîler ve Haniflerin de bulunduğu bir coğrafyada yaşamalarına
rağmen, yalnızca ilk iki din mensubunu kitap ehli olarak tanırlardı. Günümüz
dinler tarihi araştırmaları da gösteriyor ki, gerek Mecusilerin gerekse
Sâbiîlerin kutsal kitap ve dinî gelenekleri, en az onlar kadar köklü bir dinî
yapıya ve tarihî geçmişe sahiptir.
Buna rağmen Arapların ve
özellikle de Kur’an’ın, Ehl-i kitap kavramı yalnızca bu iki din mensuplarına
has, özel bir deyim olarak kullanması, Allah nezdindeki kutsal kitap ve risalet
geleneğinin bunların tarihî geçmişleriyle bir bütünlük arzettiğini
göstermektedir. Zira Araplarla yakın ilişki içerisinde olan İranlı Mecusilerin
ya da Sâbiîlerin dinî geleneklerinin (kutsal kitapları ve varsa peygamberinin)
Kur’an tarafından onaylanmaması ve hatta bunlara hiç atıfta bulunulmaması, bu
görüşümüzü destekleyen mantıki nedenlerdir.
Ayrıca, İslam’ın iki temel
kaynağı durumundaki Kur’an ve sünnetteki ayet ve hadislerden anlaşılacağı
üzere, gerek Kur’an’da gerekse sünnette, Yahudi ve Hristiyanların dışındaki din
mensuplarının, hiçbir şekilde, kitap ehli olarak nitelendirildiği
görülmemektedir.
İslam âlimleri arasında bu
konudaki görüş ayrılıkları kanaatimizce, diğer din mensuplarının, söz gelimi
Sâbiîler ve Mecusilerin, inanç ve ibadet esasları konusunda Yahudi ve
Hristiyanlara uyup uymadıkları noktasından kaynaklanmaktadır. Esasen bu da daha
sonraki dönemlerde ortaya çıkmış bir tartışmadır.”[57]
Sonuç olarak, unutulmamalıdır ki,
bu yorumlar ayetlerin işaretlerinden çıkartılmasının tartışmalı olduğu kadar,
semavi bir dine inandıkları ve bir semavi kitaplarının var olduğu da bir o
kadar zordur. Kaldı ki Ehl-i kitaptan kastedilenlerin Yahudiler ve Hristiyanlar
olduğunu ispat eden Kur’an ayetlerinin varlığına rağmen, günümüzde hâlen Ehl-i
kitabın statüsündeki tartışmalar bitmiş değildir.
6) Ehl-i Kitabın Şirk İlişkisi
Şirk ve küfür, birbirine yakın
iki kavramdır. Küfür, daha genel; şirk, daha özeldir. İnanç esaslarından birini
veya birkaçını inkâr küfürdür; birden fazla ilaha inanmak ise şirktir. Her şirk
aynı zamanda küfürdür. Allah’a inanmamak küfür olduğu gibi, bazen küfre alamet
olan şeylere de küfür denir. Yıldızlara, putlara, ateşe ibadet etmek, peygamber
öldürmek; haramı helal, helali haram saymak da küfür alameti kabul edilmiş ve
bunları yapanlar kâfir sayılmıştır.
Ehl-i kitabın müşrik sayılıp
sayılmadığına dair iki görüş vardır:
1. Abdullah İbn Ömer (r.a.),
Ehl-i kitabı müşriklerden kabul eder ve gerekçe olarak, “Mesih ve Üzeyr
Allah’ın oğludur sözünden daha büyük bir şirk bilmiyorum.” der. Devamında şu
ayeti ekler: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp hahamlarını; (Hristiyanlar ise)
rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir
olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur.
O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”[58]
2. Cumhûrü’l-ulemâya göre Ehl-i
kitap, müşriklerden sayılmazlar ve farklı bir statüye sahiptirler.[59] Gerekçeleri
ise şunlardır: İlk olarak, Kur’ân-ı Kerîm onları ayrı mütalaa
etmiştir. “Mümin olanlar, Yahudi olanlar, Sâbiîler, Hristiyanlar,
Mecusiler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında
kıyamet gününde (ayrı ayrı) hükmünü verir. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla
bilendir.”[60] Ayette geçen grupların her biri atıf yoluyla
ayrı ayrı zikredilmiştir. Arapça dil biliminde atıf, farklılık ifade eder.
Kendisine atfedilen ile atfedilenin her ikisi arasında hükümde ortak nokta
olmakla birlikte, birbirlerinden farklı olmalarını gerektirir. Yani atıf
harfleri ile atfedilen iki veya daha fazla kavram arasında mahiyet farkı olduğu
bilinmektedir.[61] Aksi
takdirde, aynı şeyi birbirine atfetmek, anlamsız bir tekrar olacaktır. Kur’an
için böyle bir şey düşünülemeyeceğine göre, Ehl-i kitap ile müşriklerin farklı
kavramlar olduğunu kabul etmek zorunludur.
7) Ehl-i Kitabı Müşriklerden
Ayıran Özellikler
1. Vahye Dayalı Kitaplarının
Olması
Kitabın önemi, aklın yetişemediği
konularda insanlara doğru bilgi veren, hak yolu gösteren tek kaynak olmasından
gelmektedir.
Tarih boyu geçirilen tecrübeler göstermiştir ki, yalnızca akıl ve vehim
kaynağına dayalı bulunan dinler, hak dinden en uzak, dolayısıyla “Allah,
ahiret, ibadet, helal-haram...” konularında en fazla yanlış ve sapıklığı ihtiva
eden dinler olmuştur.
İlahî vahiy mahsulü olan bir
kitaba dayanan dinler ise, zaman içinde kitapların aslı kaybolduğu, bunlara
insanlar tarafından ilaveler yapıldığı veya bazı kısımları çıkarıldığı için
değişmiş bile olsa, hak dine en yakın dinler olmuşlardır. Ayrıca bu dinlere
tabi olanlar da gerçek dine, iman konusunda daha yatkın olagelmişlerdir. Bu son
hüküm tartışmaya müsait ise de, kitaplı dinlerin, diğerlerine nispetle hak dine
daha yakın bulundukları, arada önemli ölçüde ortak noktaların bulunduğu şüphe
götürmez bir gerçektir.[62]
Müşriklerin Allah’a inancının
varlığı, putları Allah’a ulaşmak için bir aracı kabul etmeleri[63] ve
bir tehlike anında Allah’a dua ettikleri bilinmektedir.[64] Ehl-i
kitap ile ilgili bu ortak özelliklere rağmen gerçek müşrik, Allah’ın birliğine,
eşsiz ve benzersiz oluşuna iman etmeyen, tam aksine Allah’ın birden fazla
olduğuna iman eden kimsedir. Müşrikler genellikle kâinattaki tasarrufları,
inandıkları birden fazla tanrı arasında paylaştırır, ibadetlerini de buna göre
yaparlar.
2. Dinlerinin Aslının Semavi
Olması[65]
Tahrife uğrasa da ilahî dinler
temel inanç esaslarını kaybetmemişlerdir. Örneğin Allah inancı, kitap inancı,
peygamber inancı, ahiret inancı gibi.[66]
3. Ehl-i Kitabın Akidesinde Şirk
Söz Konusu Olsa Da Mutlak Manada Şirk Olmaması
Ehl-i kitap inancının aslı
tevhittir, şirk sonradan arız olmuş ve ne kadar tahrif edilse de tevhidin
izleri yok olmamıştır. Bu konuda merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır şunları
söylemektedir: “Müşrik, Kur’an dilinde iki anlama gelir; biri zahirî, diğeri
hakikidir. Zahirî anlamda müşrik, açıktan açığa Allah’a ortak koşan, birçok
ilahın varlığına inanandır. Bu anlama göre, Ehl-i kitaba müşrik denmez. Hakiki
müşrik de, hakikaten tevhidi ve İslam dinini inkâr eden, yani mümin olmayan
gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar da
müşriktir. Zira bunlar, görünüşte tevhit iddialarına rağmen hakikatte Allah’a
çocuk isnat ederler. Hristiyanlar, ‘teslis (üçleme)’ düşüncesine sahiptirler ve
‘Mesih, Allah’ın oğludur.’ derler. Yahudiler de, ‘Üzeyr, Allah’ın
oğludur.’[67] derler. Böyle demekle beraber tevhit iddiasında
da bulunurlar. Dolayısıyla her ikisi de görünüşte müşrik değilseler de,
hakikatte müşriktirler.”[68]
Fakat İslam, Ehl-i kitaba daha
mutedil yaklaşmaktadır. Başta
Hz. Peygamber (s.a.v.) olmak üzere, dört halife ve müçtehit imamlar, Ehl-i
kitabın, kitapları tahrif edilmiş olmasına ve tevhit inancından sapmış
olmalarına rağmen özünde, tevhit inancından izler taşıdığından farklı
statüde değerlendirmişlerdir.
Günümüz Ehl-i kitabına gelince,
Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitap olarak ifade edilen din mensupları, temel
özelliklerinden çok şeyler kaybetmelerine rağmen, Allah tarafından
gönderildiğine inanılan kitapların olduğu, Allah, peygamber ve ahiret inancına
sahip olan din sahiplerine verilen bir isim olduğu anlaşılır.
Kur’ân-ı Kerîm’de, o zamanda
mevcut olan Ehl-i kitabın özelliklerinden, inanç, âdet ve ibadetlerinden
bahsedilmektedir. Bunlar arasında onların tevhidden saptıkları, kitaplarını
değiştirdikleri, helal-haram çizgisine riayet etmedikleri gibi davranışları
zikredilmektedir.
Bu vasıfta olan kimselere Kur’ân-ı Kerîm, Ehl-i kitap dediğine göre, aynı
çizgiyi devam ettiren Yahudi ve Hristiyanlara bugün de Ehl-i kitap
demek, onları Ehl-i kitap olarak kabul etmek gerekliliğini de beraberinde
getirecektir.[69]
8) Ehl-i Kitapla Evlilik
İslam ahkâmının genel
hedeflerinden bir tanesi, bireyleri toplum içerisinde mutlu kılacak, toplum
düzenini koruyacak ve insanlar arasında güven ortamını oluşturacak bir zemin
oluşturduğunu açıkça görmek mümkündür. Bu güven ortamının sağlanması ancak
sağlam ailelerin kurulması ve dolayısıyla sağlıklı nesillerin yetişmesi ile
mümkün olduğundan, İslam’ın gerekli tüm önlemleri aldığı, bu doğrultuda prensip
ve ilkeler koyduğu bir gerçektir. Çünkü aile, insanın huzur bulacağı bir yuva
olduğu gibi insanlığın sosyal ve kültürel açıdan gelişimini ve sürekliliğini
sağlayan çok önemli bir müessesedir.
Günümüz ailesinde birtakım
yapısal değişiklikler meydana gelmiş, geleneksel geniş aile yerini karı koca ve
çocuklardan oluşan çekirdek aileye bırakmıştır. Böyle bir ailede eşler
arasındaki ilişkilerin iyi, düzenli ve uyumlu olması hem kendilerinin hem de yetiştirdikleri
kişilerin ruh sağlığını olumlu etkileyecek ve dolayısıyla bu durum toplumla
olan ilişkilerine de yansıyacaktır.
Evlenmede dinin ön plana
çıkarılması, tesis edilmesi hedeflenen ideal aile düzenine şekil ve ruh vermesi
sebebiyledir. Çünkü ailenin asli fonksiyonlarından birisi de, dünyaya gelen
çocuklara müspet bir kimlik kazandırmak ve kültürün intikalini sağlamaktır.
Aynı inancı paylaşmaları durumunda evli çiftlerin hem uyumları, hem de aileden
beklenen sosyal fonksiyonları gerçekleştirmeleri kolaylaşacaktır. Farklı
dinlere mensup kişilerin evliliğinde ise eşler, muhtemelen bir kültür çatışması
yaşayacak ve dünyaya gelen çocuklara her biri, genellikle kendi inanç ve
kültürünü aşılamaya çalışacaktır. Alacağı farklı dinî-ahlaki terbiyenin ise hem
çocuğun kendisini hem de anne babayı olumsuz yönde etkileyeceği, bu durumun ise
hem aile içi ihtilaflara hem de sosyal çatışmalara sebep olacağı kuşkusuzdur.
Bu nedenle din farkından doğan evlenme engeli ile ilgili hukuki düzenlemelerin
arka planında sosyal ve psikolojik zaruretlerin bulunduğu düşünülebilir. Asıl
olan, aynı dine mensup insanların birbiriyle evlenmesidir. Farklı dinlere
mensup olan kişilerin evliliği ise arizi ve istisnai bir durum olarak kabul
edilebilir.[70]
Yahudilik ve Hristiyanlık’ta da
din farklılığı, bir evlenme engeli olarak kabul edilmiştir. Ancak İslam
dininin, diğer din mensupları ile evliliğe tanıdığı sınırlı müsaadeye karşılık,
Yahudilik ve Hristiyanlık’ta böyle bir müsaadede bulunmaması dikkat
çekmektedir.[71] Dolayısıyla
İslam, son din olması hasebiyle de, Yahudilik ve Hristiyanlığı kendi bünyesine
farklı yollarla yaklaştırmış ve daha müsamahalı davranmıştır.
İslam hukukunda evliliğin geçerli
olabilmesi için sürekli veya geçici evlenme engellerinden[72] birinin
bulunmaması gerekir. Aksi takdirde nikâh akdinin geçerlilik şartlarından
birinin bulunmaması, akdin hükümsüz sayılmasına sebep olur. İslam eş seçiminin
önemine binaen konuya özel eğilmiş, evlenme engellerinden birinin bulunmaması
hâlinde evlilikte önceliklerin nasıl olması gerektiğini ayetlerle vuzuha
kavuşturmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de ilk olarak, Müslüman bir erkeğin
ancak kendi gibi bir Müslüman kadınla evlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Gücü
yetmez ise Müslüman bir cariyeyi tercih etme veya iffetli Yahudi ve Hristiyan
(Ehl-i kitap) kadınlarla evlenme yoluna gidilebileceği belirtilmiştir.[73]
9) Ehl-i Kitap Kadınlarıyla
Evlenmenin Hükmü
Müslümanlarla gayrimüslimler
arasındaki evlilik ilişkisi, temelde Müslümanların müşriklerle evlenmesini
yasaklayan ayet kapsamında düzenlenmiştir. Çünkü genel anlamıyla her müşriğin
kâfir olması sebebiyle, müşriklerle evlenme yasağı getiren ayetin, her türlü
kâfir için yasaklayıcı bir delil olduğu açıktır. Ancak bu genel kuralın dışına
çıkılarak Mâide suresinin 5. ayeti, iffetli ve namuslu olan Ehl-i kitap
kadınları bu yasaktan istisna etmiş ve bunlarla evliliğe izin vermiştir.[74]
Müslüman erkeğin Ehl-i kitap
kadınla evlenmesi konusuna ayetle izin verilmiş olsa da bu hükmün zamanın
şartlarına göre tatbiki ve ayetin anlaşılmasındaki farklı yorumlar tartışma
konusu olmuş, netice olarak da farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
1. Görüş: Ehl-i Kitap Bir Kadınla
Evlenilmesi Caizdir
Âlimlerimizin büyük çoğunluğu bu
görüştedirler. Bu görüşün delillerini zikrettikten sonra kendi aralarındaki iki
eğilimi ele alacağız.
Bu görüşün delillerinden birisi
şu âyet-i kerîmedir: “Bugün size temiz ve iyi şeyler helal kılınmıştır.
Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi, Hristiyanların) yiyeceği size helaldir,
sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile
daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini
vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere
size helaldir. Kim (İslami hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa
gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.”[75] Bu âyet-i kerîme, genel hükümden istisna yaparak
Müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadınlarla evlenmelerini helal kılmıştır.
Diğer bir delil ise, sahabeden
Hz. Osman (r.a.)’ın, Nâile bint Ferâfisa el-Kelbiyye adında bir Hristiyan
kadınla evlendiği; Huzeyfe b. el-Yemân (r.a.), Talha b. Ubeydullah (r.a.) ve
Ka’b b. Mâlik (r.a.)’ın da Yahudi kadınlarla evlilik yapmış oldukları
rivayetidir.[76] Sahabeden
hiç kimseden bu evliliklere itiraz edilmemiş olması, zımni olarak bu
evlilikleri ikrar etmiş olduklarını göstermektedir.
Bu nikâhın caiz olduğunu
söyleyenler kendi aralarında iki gruba ayrılırlar:
1. Mutlak caiz diyenler: Bu
görüş İbn Cerîr et-Taberî ve diğer bazı âlimlerin görüşleridir.[77] Gerekçeleri
ise ayette geçen “el-muhsanat” kelimesinin hür kadınlar anlamında
tefsir edilmesidir. Buna göre Ehl-i kitap kadınların hür olmasının yanında bir
başka şart gerekmemektedir.
2. Şartlara bağlı olarak caiz
diyenler: Cumhûrü’l-ulemânın benimsemiş olduğu görüş budur.[78] Bu
şart ayette geçen “muhsanat” sözcüğüyle ifade edilir. Muhsanat
sözünden maksat, iffetli olmalarıdır.
Dolayısıyla iffetli olmayan Ehl-i kitaptan kadınlar bu ayetin kapsamının
dışındadır.
Bu görüşü savunanlar arasında
azımsanmayacak bir grup, böyle bir evliliği ihtiyatla karşılamışlardır. Hz.
Ömer (r.a.), ahlak ve davranışlarından şüphe edildiği durumlarda onlarla
evlenmeyi reddetmiştir. Fahreddin er-Râzî ise, bu iki görüşü cem eder ve “el-muhsenat”
kelimesinin hem iffetli hem de hür olan Ehl-i kitap kadınları kapsayacağı
görüşünü tercih eder.[79]
İbn Abbâs (r.a.) ise, zimmi olan
ile harbî olanı birbirinden ayırır.[80] Çünkü
harbî olan Ehl-i kitap düşman veya düşman taraftarı sayıldığından dolayı
evlenmek mahzurlu görülmüştür. Gerekçesi ise, ayette şöyle buyurulmuş
olmasıdır: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kavmin, Allah’a ve
resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin.”[81] Dolayısıyla iki zıt kutup arasında nasıl sevgi
olabilir? Biri, Allah’a ve resulüne inanıyor, diğeri ise Allah ve resulüne
düşman. Bu insanlar nasıl bir arada yaşayacaklar? Ebû Bekir el-Cassâs da bu
görüşü
tercih etmiştir.[82]
2. Görüş: Ehl-i Kitap Bir Kadınla
Evlenilmesi Haramdır
Ehl-i kitaptan bir kadınla
evlenmenin haram olduğu görüşü, İbn Ömer (r.a.)’ın görüşüdür. İbn Ömer
(r.a.)’ın Ehl-i kitabı müşrik sayması onun bu konudaki görüşünün temelini
teşkil eder. İbn Ömer (r.a.)’a, Ehl-i kitap kadınla evlilik sorulduğunda:
“Allah müşrik kadınları mümin erkeklere haram kılmıştır. Allah’ın kulu olduğu
hâlde Hz. Îsâ’ya Rabbim demekten daha büyük şirk göremiyorum.”[83] karşılığını
vermiştir. Kendisinin aşırı ihtiyatlı davranan bir sahâbî olarak bilinmesi de
buna eklenebilir.
10) Müslüman Kadının Ehl-i
Kitaptan Biriyle Evlenmesinin Hükmü
Müslüman kadının, müşrik veya
Ehl-i kitap erkekle evlenmesinin haram olduğunda ilk dönemden günümüze,
âlimlerimiz arasında hiçbir ihtilaf söz konusu değildir. Ancak günümüzde bazı
araştırmacılar bu yasaklamanın mesnetsiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Güncel
bir mesele olması hasebiyle, kısaca bu iddiayı da ele almayı uygun bulduk.
1. Görüş: Gayrimüslim Bir Erkekle
Müslüman Bir Kadının Evlenmesi Haramdır
Konu aslında icma konusu
olduğundan İslam tarihi boyunca tartışmaya açılmamıştır. Bu duruma işaret eden
deliller şunlardır:[84]
Müslüman bir kadının Ehl-i kitap
erkekle evlenmesinin yasak olduğu görüşünün dayandırıldığı ayetler,
gayrimüslimler ile evliliği yasaklayan genel ayetlerdir. Bakara suresi 221.
ayetinin müşriklerle; Mümtehine suresi 10. ayetinin de hem müşriklerle, hem
Ehl-i kitapla, hem de diğer inanmayanlarla Müslüman kadının evliliğini
yasaklamış olması gibi. Ancak daha sonra gelen Mâide suresinin 5. ayetinin,
iffetli olan Ehl-i kitap kadınları bu yasaktan istisna etmiş olması, bu istisna
dışında kalan konuların genel hükme tabi olmasını etkilemez.
“Ey iman edenler! Mümin kadınlar
hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını
daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz
onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da
bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri
verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir
günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin.
Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder.
Allah bilendir, hikmet sahibidir.”[85]
Yukarıda zikredilen
ayette, “Müslüman kadınların kâfirlere helal olmadığı” açık
ifadelerle belirtilmiştir. Kâfir lafzının içine Ehl-i kitap erkekler de
girmektedir.
Bu ayetlerde genel düzenleme söz
konusu olduğundan bunu tahsis edecek veya neshedecek bir delil bulunmadığı
sürece genel hüküm geçerli olacaktır. Diğer taraftan kâfirlerin Müslümanlar
üzerinde velayet bağını kurmaları yasaklanmıştır. Bu konunun dayanağı Nisâ
suresinin 141. ayeti olan, “Artık Allah kıyamet gününde aranızda
hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” ayetidir. Bu
ayete binaendir ki, Müslüman bir kadının kâfir bir erkekle evlenmesi, kâfirin
Müslüman üzerinde velayet kurması manasına geleceğinden, nasla yasaklanmıştır.[86] Dolayısıyla,
Müslüman kadının Ehl-i kitaptan birisi ile evlenme yasağı, bizzat Kur’an nassı
ile sabit olmuş ve asırlarca üzerinde icma meydana gelmiştir.
2. Görüş: Müslüman Kadının Ehl-i
Kitaptan Bir Erkekle Evlenmesi Meşrudur
Bu görüşte olanlar yukarıda da
ifade edildiği gibi günümüzdeki bazı araştırmacılardır. Bunların iddiaları
şöyledir:
1. Naslarda açık bir yasaklama
yoktur, bu konuda zorlama tevillere dayanılmaktadır.
2. Fakihler, kadınları daha aşağı
bir sınıfta değerlendirmişler; bunun neticesinde de böyle bir hüküm ortaya
çıkmıştır.
3. Her dönemin sosyo-kültürel
durumuna göre bu hüküm düzenlenebilecek bir konudur.[87]
Bu görüş sahiplerinin ciddi
sayılabilecek gerekçesi ise, sadece bu konuda açık bir yasaklama bulunmadığı
iddasıdır ki, bu konuda da şunları ifade edebiliriz:
Müslüman kadınların, müşrik ve
kâfirlerle evlenemeyeceği hakkında müstakil bir ayet bulunmakla birlikte,
özellikle Ehl-i kitap erkeklerle de evlenemeyecekleri hakkında müstakil bir
ayetin bulunmadığı doğrudur. Ancak, hukuk melekesi olan herkesin kabul edeceği
gibi, bazı hükümler, bizzat kanun metninde sarahaten bir dayanak bulurken, bazı
hükümler ise, hukuk metinlerinin muktezası olarak ya da hukuk metinlerinin iç
bütünlüğü veya siyak sibakının tutarlılığı için
kaçınılmaz sonuç olarak ortaya çıkarlar. İslam hukukçuları bu hükme şu yolu
izleyerek ulaşmışlardır: Kur’an kâfirlerin iki grup olduğunu, bir grubunun
müşrik, diğerlerinin ise Ehl-i kitap olduğunu beyan etmektedir.[88] Kur’an,
Müslüman kadın ve erkeğin, hem müşrik hem de kâfirlerle evlenemeyeceği hakkında
genel bir hüküm koymuştur.[89] Peygamberliğin
sonlarına doğru, Kur’an mesajlarının tamamlanmasına yakın bir dönemde ise
Müslüman erkeklerin iffetli olan Ehl-i kitap kadınlarla evlenebilecekleri
şeklinde istisnai bir hüküm getirmiş olup[90] Müslüman
kadınlar hakkında ise yeni bir hüküm getirilmemiştir. Konu hakkındaki genel
yasak, sonradan gelip Müslüman erkeğin Ehl-i kitap kadınla evliliğini istisna
eden ayetle tahsis görmesine rağmen, Müslüman kadının da bu yasaktan istisna
edildiği hakkında bir nas bulunmadığına göre, Müslüman kadının Ehl-i kitapla
evlenememe yasağı; “kâfirlerle, müşriklerle evlenmeyin” şeklindeki
ayetler mucibince devam etmektedir.[91]
11) Ehl-i Kitabın Kestikleri
Müfessirler, “Kendilerine
kitap verilenlerin yiyeceği sizin için helaldir.”[92] ayetindeki “yiyecek”ten maksat, kitap
ehlinin kestiği hayvanlardır şeklinde tefsir etmişlerdir. İlim ehli de Ehl-i
kitabın kesmiş olduğu hayvanların Müslümanlara helal olduğu konusunda icma
etmiştir.[93] Ancak
bu helalliğin şartları konusunda âlimlerimiz farklı görüşler ortaya
koymuşlardır. Buna göre:
1. Âlimlerin kahir çoğunluğuna
göre, Ehl-i kitabın kestiği hayvanların etinin yenmesi ancak Müslümanların
kesim usulüne uyulması şartıyla caizdir. Bu görüşü savunan âlimler tezkiyedeki
asgari şartların yerine getirilmesinde ittifak etmişlerdir. Ancak kesim anında
Allah’ın adının anılmasının şart olup olmadığı konusunda farklı içtihatlarda
bulunmuşlardır.
Hanefî ve Hanbelî mezheplerine
göre, şeri usule göre kesilmiş ve boğazlanırken üzerine Allah’ın adı anılmış
olmalıdır. Çünkü Yüce Allah, “Allah’tan başkası adına boğazlanan... size
haram kılındı.”[94], “Üzerine, Allah’ın adı anılmadan kesilen
hayvanlardan (onların etlerinden) yemeyin.”[95] buyurarak Allah’ın adı anılmadan kesilen
hayvanların etlerini yemeyi yasaklamıştır. Bu ayetler umum olduğu için,
Müslümanın ve Ehl-i kitabın, Allah’ın adını anarak kestikleri
helaldir. Şâfiî ve Malikîlere göre, bir kitabi tarafından kesilen hayvanın
helal olması için Allah’ın adını anması şart değildir. Ancak Allah’tan
başkasının adı anılmamalıdır.[96]
2. Ehl-i kitabın kendi
dinlerine göre helal kabul ettikleri usul, Müslümanların da helal saymalarına
yeterlidir. Müslümanlarda aranan şartlar Ehl-i kitap için zorunlu değildir. Bu
görüşe göre, İslam’ın yenmesini caiz gördüğü bir hayvanı Ehl-i kitap olan
Hristiyan veya Yahudi birisinin kendi inancına uygun bir şekilde boğazlaması
Müslümanlar için de yeterlidir. Kendi dinlerine göre o etler yenmez ise
Müslümanlar da yiyemezler.
Bu görüşü bariz olarak ilk savunan âlimler
Malikîlerden İbnu’l-Arabî,[97] muasır
ulemadan Muhammed Reşid Rıza[98] ve
günümüz âlimlerinden Yusuf el-Kardâvî’dir.[99] Bu
görüş sahiplerinin temel gerekçesi ise ayetin umum olmasıdır.
[1] S. M. Taher Razwi, Parsis, A
People of the Book, Imperial Art Cottage, (Calcutta: 1928), s. 6; Suat Yıldırım, Mevcut
Kaynaklara Göre Hristiyanlık, (Ankara: Emel Matbaası, 1988), s. 164-5.
[2] Ebu’l-Fazl İzzetî, İslam’ın
Yayılış Tarihine Giriş, çev. Cahit Koytak, (İstanbul: Orhan Ofset, 1984), s.
43, 51; Sergio Fignedoli, “Katolik Kilisesi ve Musevî ve İslam
İnançları: İbrahimî Trialoğu”, İbrahimî Dinlerin Diyaloğu, R. Farukî
(ed.), çev. Mesut Karaşahan, (İstanbul: Yıldızlar Matbaası, 1993), s. 26.
[3] Yusuf
el-Kardâvî, Gayru’l-Müslimîn fi’l-Müctem’ai’l-İslâmî, (Beyrut:
Müessesetü’r-Risale, 1992), s. 74-5.
[4] Duran Terzi, İslam
Hukukunda Ehl-i Kitab Statüsü, s. 1.
[5] Bakara suresi, 2:21; Zâriyat suresi, 51:56; Mülk suresi, 67:2.
[6] Ahzâb suresi, 33:72.
[7] A’râf suresi, 7:87; Kehf suresi, 18:29; Teğâbün suresi, 64:22.
[8] Ahmet Özel, “Gayri
Müslim”, ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), VIII, s. 418.
[9] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab,
(Beyrut: Dâru ihyâi’t-turâsi’l-Arabi, 1997), I, s. 253; Tahanevi, Keşf
Istılahat el-Funun, Thk. Refik acem, (Mektenet Lübnan), s.287.
[10] İbn
Manzûr, Lisânü’l-Arab, VII, s. 22.
[11] Hayrettin Karaman, “Ehl-i Kitab”,
http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (5 Mayıs 2014’te
girildi).
[12] M. Fuâd Abdülbâkî, el-Mu’cemü’l-Müfehres, Haz.
M. Bessam, (Şam: Dâru’l-Fikr, 1995), s. 977-8.
[13] Bkz. Bakara suresi, 2:2, 101; Hûd
suresi, 11:1; Nisâ suresi, 4:163; Enbiyâ suresi, 21:105; Meryem, suresi, 19:30.
[14] Râgıb, Müfredât, (Beyrut:
Dâru’l-Ma’rife), s. 26, 425.
[15] Şehristânî, el-Milel
ve’n-Nihal, (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1390/1975), II, s. 47.
[16] Abdülbâkî, el-Mu’cemü’l-Müfehres, s.
167-170.
[17] Remzi Kaya, “Ehl-i Kitap”, TDV İslâm
Ansiklopedisi (DİA), X, s. 516.
[18] Karaman, “Ehl-i Kitab”,
http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (05 Mayıs 2014’te
girildi).
[19] İslâm Araştırmaları Dergisi, 14 (2005):
46. Bkz. Bakara suresi, 2:40, 47-48, 105, 109, 111, 113, 119, 120, 122,
123, 135, 140, 144, 145; Âl-i İmrân suresi, 3:14, 18, 51, 64, 82. vs.
[20] Veli Ulutürk, Kuran’da
Ehl-i Kitab, (İstanbul: İnsan Yayınları, 1996), s. 7-8.
[21] Şuarâ suresi, 26:196; Kaya,
“Ehl-i Kitap”, ”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), s. 516.
[22] İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr,
III, s. 370.
[23] Abdülkerim
Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyîn, (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1982), s. 12.
[24] En’âm suresi, 6:156.
[25] İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, s. 100.
[26] Taberî, Câmi’u’l-Beyân, (Beyrut:
Dâru’l-Fikr, 1405 h.), VII, s. 93; Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân,
(Kahire: Dâru’ş-Şa’b), VII, s. 144; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm,
(Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1401 h.), II, s. 193.
[27] İbn Kudâme, el-Muğnî, VII,
s. 100.
[28] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, Thk. M.
Sadık Kamhavî, (Beyrut: Dâru İhyâi’tTürâsi’l-Arabî, 1405 h.), III, s. 327.
[29] Ömer Faruk Harman, Ehl-i Kitab, s. 8,
11-12 Mart 2013’te 4. IGMG Din İstişare Kurulu Toplantısında yapmış olduğu bir
sunum.
[30] Kaya, “Ehl-i
Kitap”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA), X, s. 517.
[31] Kur’ân Ehl-i Kitab Anlayışı,
(Ankara: Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yayınları/4, 2004), s. 41.
[32] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, I,
s. 107; Mu’cemu’l-Vasît, (Dâru’d-Da’ve, thk. Mecma’u’l-Luğati’l-Arabiyye),
I, s. 505; Feyumî, Misbâhu’l-Munîr, (Beyrut: el-Mektebetu’l-İlmiyye), I,
s. 332.
[33] Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr,
(Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. baskı, 2000), III, s. 96.
[34] Bkz. Bakara suresi, 2:62; Ayrıca Bkz. Mâide suresi, 5:69; Hac suresi,
22:17.
[35] Bakara suresi, 2:62.
[36] İsmail Cerrahoğlu, “Kur’an-ı
Kerim’de Sâbiîler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara
1962, c. X, s. 104.
[37] Elmalılı M. Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (Eser Neşriyat, 1979), III, s. 1751.
[38]
Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. baskı,
2000), III, s. 96-8; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, III, s. 1751; İbn
Kudâme, el-Muğnî, VII, s. 100; Abdülkerim
Zeydan, Ahkâmu’z-Zimmiyyîn, s. 13-5.
[39] İsmail Cerrahoğlu, Kur’an-ı
Kerim’de Sâbiîler, s. 115.
[40] Hac suresi, 22:17.
[41] Mecûsîler hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz. arsivbelge.com/yazi.php?sc=590.
[42] İbn Hazm, el-Muhallâ
bi’l-Âsâr, V, s. 37; İbn Hazm, el-Fasl fi’n-Nihal, (Kahire:
Mektebetü’l-Hanci, IV, s. 8.
[43]
Mâlik, Muvatta, I, s.
278; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, (Beyrut:
Dâru’l-Fikr), I, s. 331.
[44] Şâfiî, el-Ümm, IV, s. 174.
[45] Şehristânî, Milel, Dâru’l-Ma’rife,
(Beyrut, 1404 h.), thk. M. Seyyid
Keylani, c. 1, s. 208.
[46] İbn Kudâme, Muğnî, c. 9, 264;
Şîrâzî, el-Mühezzeb, (Beyrut: Dâru’l-Fikr), II, s. 250; Vehbe
Zuhaylî, IX, s. 122; Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik, (Kahire:
Dâru’l-Kütübi’l-İslâmî, hicri 1313), V, s. 287.
[47] Mâlik, Muvatta, I, s. 278.
[48] Zerkeşî, Şerhu’z-Zerkeşî, (Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. baskı, 2002), III, s. 171.
[49] Zeylaî, Nasbu’r-Râye, III, s. 170;
İbn Hacer, Telhîsu’l-Habîr, (Medine: 1964), III, s. 172.
[50] Şâfiî, el-Ümm, IV, s. 241;
Serahsî, el-Mebsût, (Beyrut: Dâru’lMa’rife), X, s. 166.
[51] Serahsî, el-Mebsût, X,
s. 119; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi’, II, s. 271.
[52] Harman, Ehl-i Kitab, s. 9.
[53] Kapilavastu: Hindistan’da Benares
şehrinin 160 km kuzeyinde Lumbini adıyla da anılan bir yerleşim bölgesi.
[54] Muhammed Hamidullah, Le Saint Coran, s. 375; Bkz.
Hamidullah, Vesâik, s. 150.
[55] Nihat Dalgın, “Müslüman Bayanın
Ehl-i Kitab Erkek ile Evliliği”, İslam Hukuku Araştırma Dergisi, 4 (2004): 133.
[56] Remzi Kaya, “Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Ehl-i
Kitab ve İslâm”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 19 (Bahar
2005): 37.
[57] Dalgın, “Müslüman Bayanın Ehl-i Kitab
Erkek ile Evliliği”, s. 133.
[58] Tevbe suresi, 9:31.
[59] Serahsî, Mebsût, (Beyrut: Dâru’l-Ma’rife), IV,
s. 210.
[60] Hac suresi, 22:17.
[61] Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, (Beyrut: Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî), II, s. 118.
[62] Karaman, “Ehl-i Kitab”,
http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (5 Mayıs 2014’te
girildi).
[63] Zümer
suresi, 37:3.
[64] Mü’minûn suresi, 23:88.
[65] İbn Teymiyye, Kütüb ve Resâil ve
Fetâvâ, Thk. Abdurrahman en-Necdi, (Mektebetü İbni Teymiyye, 2. baskı),
XXXII, s. 179.
[66] İbn Kayyim el-Cevziyye, Ahkâmu
Ehli’z-Zimme, Tahkik: Yusuf Ahmed el-Bekri, (Beyrut: Dâru İbni Hazm, 1. baskı,
1997), I, s. 399.
[67] Bakara suresi, 2:216; Yunus suresi,
10:68; En’âm suresi, 6:100; Nahl suresi, 16:57; Tevbe suresi, 9:30-31.
[68] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur’an Dili, II, s. 770.
[69] Karaman, “Ehl-i Kitab”,
http://www.hayrettinkaraman.net/kitap/meseleler/1041.htm (5 Mayıs 2014’te
girildi).
[70] H. İbrahim Acar, “Evlenme Engeli Olarak Din Farkı”,
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 39, s. 23.
[71] Şamil Dağcı, İslam
Aile Hukukunda Evlenme Engelleri-II, s. 138.
[72] Sürekli evlenme engelleri, kan, sıhriyet
ve süt hısımlığı; geçici evlenme engelleri ise din farklılığı sıhri hısımlığı
vs. Bkz. Zuhaylî, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, IX, s. 105-10.
[73] Bakara suresi, 2:221.
[74] Ali Aslan Topçuoğlu, “Gayri Müslimlerle Sosyal
İlişkiler Hakkında İslâm Hukuku Açısından Bazı
Mülahazalar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3 (2010): 59.
[75] Mâide
suresi, 5:5.
[76] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
II, s. 16.
[77]
Taberî, Câmi’u’l-Beyân, VI, s. 106.
[78] Taberî, Câmi’u’l-Beyân, VI,
s. 107; Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, (Kahire: Dâru’ş-Şa’b), VI,
s. 79.
[79] Fahredddin
er-Râzî, Tet-Tefsîru’l-Kebîr, XI, s. 116.
[80] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II,
s. 18.
[81] Mücâdile suresi,
58:22.
[82] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, II,
s. 19.
[83] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, s. 275.
[84] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, s. 275.
[85] Mümtehine suresi,
60:10.
[86] Zuhaylî, İslam Fıkıhı
Ansiklopedisi, IX, s. 122-3.
[87] Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, Kur’ân’daki
İslam, (İstanbul: 1994), s. 425-6; Hüseyin Atay, Kur’ân’a Göre
Araştırmalar, (Ankara: 1997), I-III, s. 61-3.
[88] Beyyine suresi, 98:1.
[89] Bkz. Bakara suresi, 2:221;
Mümtehine suresi, 60:10.
[90]
Mâide suresi, 5:5.
[91] Dalgın, “Müslüman Bayanın Ehl-i Kitab
Erkek ile Evliliği”, s. 146-7.
[92] Mâide suresi, 5:5.
[93] İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, s. 311.
[94] Mâide suresi,
5:3.
[95] En’âm suresi,
6:121.
[96] Nevevî, el-Mecmû’,
IX, s. 78.
[97] İbnü’’l Arabî, Ahkâmu’l Kur’ân, II, s. 555.
[98] Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr, VI, s. 196.
[99] Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve’l-Harâm,
(el-Mektebü’l-İslâmî, 13. baskı), s. 61.
Daha detaylı bilgi için gizlilik sözleşmemizi okuyunuz.
Fetâvâ.Org, Avrupa'da 50 yıldan bu yana Müslümanların dini sorularına Ehl-i Sünnet İtikadı ve Fıkhı çerçevesinde cevap vermeye çalışan IGMG Din İstişare Kurulu'nun fetvalarını yayınlayan web sitesidir.
IGMG Din İstişare Kurulu, Ehl-i
Sünnet İtikadı ve Fıkhı çerçevesinde kendisine ulaşan Fıkhi problemlere çözüm
yolları aramakta ve Müslümanların dinlerini yaşamada karşılarına çıkan
engelleri aşmada onlara yardımcı olmaktadır.